Hayâ ve edep kavramları, hem bireyin manevi dünyasında hem de toplumsal ilişkilerinde çok büyük öneme haiz olan ve birlikte anılan temel iki ahlaki değerdir. Bu duyguları açıklamak gerekirse, hayâ duygusu, toplumda daha çok utanma, çekinme, ar etme gibi kelimelerle ifade edilen içsel bir duygudur. Dolayısıyla kişiyi günah işlemekten, kötülük yapmaktan alıkoyan içsel bir utanma mekanizmasıdır. Bu duygu, eşref-i mahlûkat olarak yaratılan insanoğluna ait fıtri değerlerden olup geliştirilip büyütülmesi veya harcanıp tüketilmesi mümkün değerlerdendir. Hayânın kişilerdeki en belirgin vasfı, kötü bir işin yapılması veya iyi bir işin terk edilmesi halinde, insanın yüzünün kızarması veya o kişide vicdani bir rahatsızlığa sebebiyet vermesidir. Edep ise normal ilişkilerde güzel terbiye, iyi davranış, güzel ahlak, saygı, nezaket gibi manalara karşılık gelir ve dinî literatürde, kişinin hem Allah’a, hem kendine, hem de diğer insanlara karşı söz ve hareketlerini Cenab-ı Hakk’ın emrettiği şekilde akla ve hikmete uygun olarak yapması ve düzenlemesi demektir.
Tekrar edersek kısaca hayâ, daha çok içsel bir duygu olarak kişiyi günah işlemekten, kötülük yapmaktan alıkoyan utanma duygusu iken, edep, bu içsel duygunun davranışlara ve ilişkilere saygı ve güzel ahlak olarak yansımasıdır. Konunun daha iyi anlaşılması için şu örneği de verebiliriz ki edep, namazdaki hudûya, hayâ da namazdaki huşûya benzer, yani o kavramlara uygun manalara karşılık gelir.
Hayâ ve utanma ile alakalı çok fazla ayet-i kerime ve hadis-i şerif vardır. Aşağıda bunlardan birkaçını paylaşmak istiyoruz.
“Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl, 16/90)
“Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır. Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler. Başörtülerini tâ yakalarının üzerine kadar salsınlar.” (Nûr, 24/30-31)
“Müminler arasında ahlâksızlığın yaygınlaşmasını isteyenlere dünyada ve âhirette can yakıcı bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Nûr, 24/19)
“İman, yetmiş küsur parçadır. Hayâ da imandan bir parçadır.” (Müslim, Îmân, 57)
Bütün bunların içinde özellikle aşağıda paylaştığımız hadis-i şerif, hayânın Hz. Adem’den beri insanlık için ne denli önemli bir duygu olduğunu çok güzel ifade eder:
“İnsanlık, ilk günden beri bütün peygamberlerin üzerinde ittifak ettikleri bir söz bilir: Şayet utanmıyorsan, dilediğini yap!” (Buhârî, Edeb, 78)
Bu hadis-i şerif, hayânın sadece Peygamber Efendimizin (s.a.v.) değil, insanlığın ilk gününden beri bütün peygamberlerin üzerinde ittifak ettikleri evrensel bir ahlak ilkesi olduğunu gösterir. Açıkçası utanmak denen duygu, insanı özellikle hayvanlardan ayıran, onu şerefli yapan, medeni ve ahlaklı kılan en önemli, en asil bir duygudur. Gerçekten de eğer bir insan, Allah’tan ve insanlardan çekinme ve utanma duygusunu tamamen yitirmişse, hadis-i şerifte de açıkça ifade edildiği üzere artık onu kötülük yapmaktan alıkoyacak hiçbir sınır kalmaz ve o kişi istediği her kötülüğü yapabilir. Zira utanma duygusunu yitiren kişi, freni olmayan bir araba gibi artık kontrol ve denetimini kaybetmiştir.
Hayâ duygusunun birbiriyle ilintili üç farklı boyutundan bahsedelim. Birincisi ve en önemlisi kişinin kendini yoktan var eden, her an onu görüp gözeten ve her türlü güzel duyguyla beraber hayâ denen utanma duygusunu da kendisine bahşeden Rabbinden (c.c.) hayâ etmesidir. İkincisi, insanlara karşı olan, sosyal ilişkilerde dikkat edilmesi ve uyulması gereken hayâ duygusudur ki kişinin en yakın çevresinden başlayarak tüm insanlığa karşı edebini takınması ve bu konuda haklarını ve sınırlarını bilmesi, dünyada yalnız kendisi varmış gibi yaşamamasıdır. Üçüncüsü de bizzat kendisinden hayâ etmesi ve şahsiyet sahibi bir birey olarak, toplum içindeki saygınlığını yok edecek günah ve çirkinlikleri kendine yakıştırmamasıdır. Zira kendisinden hayâ etmeyen kişi aslında kendine değer vermeyen bir kişidir ve eğer bir insanda böyle bir değersizlik duygusu bu derece baskın olursa o kişiden her şey beklenebilir, en uç günahlara dahi kolayca düşebilir. Özellikle psikolojide sadistlik denen ruhsal bozukluk, kişilerdeki bu değersizlik duygusunun bir yansımasıdır. Mesela bir psikoloğa bunların durumunu sorsan onlar hakkında “Olayı kişisel algılama” teşhisi koyar ve onların ruhen sağlıklı bireyler olmadıklarını, dolayısıyla yaptıklarını mazur görüp, konuyu kişisel bir saldırı veya hakaret olarak görmemek gerektiğini belirtir. İşte hiç ummadığın değersizlik duygusu aslan gibi adamları kendisi hakkında yanlış zanlar besleyen, bu nedenle kendine ve topluma zarar veren hastalıklı bireyler haline getirir.
Yine bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Her dinin (kendine özgü) bir ahlâkı vardır; İslâm ahlâkı(nın özü) hayâdır.” (İbn Mâce, Zühd, 17) buyurur. Bu hadis-i şerife göre hayâsı olmayan bir Müslümanın İslam’ın özü ile sağlıklı bir ilişkisinden ve bağlantısından söz etmek mümkün olmayacaktır. Neticede insanlardaki edep ve terbiyenin asıl motivasyon kaynağının hayâ duygusu olduğu gerçeğinden hareketle şunu rahatlıkla diyebiliriz ki; hayâsız bir kişinin ne Rabbine ne de insanlara karşı edebi olmayacak ve bu kişinin Müslümanlığının ne kendine ne de topluma hiçbir faydası olmayacaktır.
Hayâ duygusu ile beraber yaşamak Allah’ın (c.c.) sana çok yakın olduğu duygusu ve bilinci ile yaşamak demektir. Bu duygu ise ihlâs bahsinde üzerinde çok durduğumuz Allah’ı (c.c.) görür gibi olmak anlamındaki ihsan halini ifade etmektedir. Buradan açıkça görülüyor ki namazlardaki huşûnun ve ibadetlerdeki ihlâsın kaynağı olan ihsan duygusu, üzerinde önemle durduğumuz hayâ duygusu ile kardeş duygulardır. Hayatımızın her anında bu duygular içinde kalabilirsek, çok kısa zamanda Rabbimizle aramızda önce sevgi ve muhabbet, sonrasında da dostluk ve samimiyet oluşur. Zira sürekli bu duygular içinde yaşayan kişilerde ne zihnen ne de bedenen günaha meyil olmuyor, olamıyor. Buna işaretle Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadisinde kafanızın içini, yani zihninizi koruyarak Allah’tan hayâ edin diyor ki zaten aksi de utanç vericidir. Neticede şu gerçeği açıkça söyleyebiliriz ki bir mümin hayâ duygusunu içselleştirdiği zaman manen gelişmesi mümkün hale gelecek ve terakkisine engel olan günahlardan kaçabilmesi ve nefsani arzularına karşı direnebilmesi de son derece kolay hale gelecektir.
Hayâ duygusunun nefsi terbiye ve tezkiye etmekle ilgili bağlantısı da çok önemlidir. Bir Müslümanın nefsinin tezkiyesi ancak Allah’tan gelen feyzler yardımı ile olur. Bu yardım gelmeden bir kimse ne kadar maneviyata yetenekli olursa olsun asla nefsini yenemez, istediği kadar ibadet ve zikre düşkün olsun bunu başaramaz. Hâlbuki hayâsızlık ve edepsizlik Allah’tan gelen feyzlere en büyük engeldir. Dolayısıyla hayâsı ve edebi olmayan adamın kalbine tedavi edici nurlar ve feyzler giremez; bu durumda o kişinin nefsini yenmesi imkânsız hale gelir. Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v.) yukarıda da paylaştığımız bir hadisinde “hayâ imandan bir şubedir” buyururken hayâsızlığın ve onun duygu ve davranışlarımızdaki bir görüntüsü veya yansıması olan edepsizliğin feyzlere direkt engel teşkil ettiğini de açıkça ifade etmiş olur.
Bir Müslümanı manen terakki ettirecek motivasyon kaynağı duygular havf, reca, vicdan, muhabbet ve hayâ duygusu olmak üzere beş tanedir. Bu duyguların içerisinde insanı terakki ettirecek, yakîn sahibi bir mümin makamına taşıyacak en etkili duygu ise hayâ duygusudur. Ne kadar yetenekli olursa olsun bir kimse bazı çirkin duygular ve günahlar için “bunlar bana yakışmaz” demeyi öğrenemezse o kimse iyi bir insan da, iyi bir mümin de olamıyor. O halde bizlere motivasyon etkisi yapacak kadar güçlü hayâ veya utanma duygusu lazımdır, işimize yaramayacak kadar zayıf bir utanma duygusu değil.
Burada yine hayâ duygusunun bize kazandıracağı önemli başka bir duygudan bahsedeceğiz ki bu duygu vakar duygusudur. Kibirlenmeden veya büyüklenmeden, kendinde olan değerlerin farkında olmanın sonucunda insanda oluşan vakar duygusu, ancak hayâ duygusunun motivasyonu ve ihlâs duygusunun kontrolünde oluşabilir. Hayâ ve ihlâs olmayınca, insanlar şeytani bir itmenin tesirine girerek, istikametten çıkıp nefsini ululamak için ibadet ediyor ve olması gereken büyüklük duygusunun değil, kibre sürükleyen büyüklenmenin tuzağına düşüyorlar. Dolayısıyla hayâ duygusu kibir ile zillet arasındaki dengeyi bulmada da akıl sahibi insanlara çok büyük yardım ve kolaylık sağlıyor. Hayâ duygusu ihlâsı elde etmek için de lazım, ihlâssızlık da hayâsızlıktır. 
Yine namazla ilgili sohbetlerimizde iki türlü namazdan bahsetmiştik, birincisi görev olsun diye kılınan namaz, ikincisi manevi bağ olsun diye kılınan namaz. Burada elbette önemli olan Rabbimizle manevi bağ kurabilmek için kılınan namazdır ki bu anlattıklarımızı meşrebi avam olanlar pek anlayamazlar. Bu sohbetlerimiz daha çok havas meşrep olanlara hitap eder. Bu bağı kurmada motivasyon kaynağı yine yukarıda bir nebze ifade ettiğimiz gibi, havf ve reca duygusu ile birlikte hayâ duygusudur.
Sonuç olarak söylemek gerekirse, Kur’an’da Rabbimiz “Biz insana şah damarından daha yakınız” (Kâf, 50/16) buyuruyor, işte bu gerçeği bilerek ve ihsan hadis-i şerifi olarak meşhur olmuş, hadisteki uyarıyı da dikkate alarak özellikle şu imtihan dünyasında ihsan üzere yani Allah’ı (c.c.) görüyormuş gibi yaşamamız gerekir, zira biz onu göremiyorsak bile O (c.c.) bizi her zaman görmektedir.
Kur’an’da en güzel kıssa olarak ifade edilen ve hayâ duygusuna çok güzel bir örnek olan Züleyha ile Yusuf (a.s.) arasındaki şu ibret verici kıssayı anlatarak sohbetimizi noktalayalım.
Ali bin Hasen bir rivâyetinde der ki: Züleyhâ’nın Hz. Yusuf’u (a.s.) nefsine davet ettiği odasında tapındığı bir putu vardı. Hz. Yusuf’u nefsine dâvet etmeden önce putun üzerini bir örtü ile örttü. Bunu gören Hz. Yusuf (a.s.) sordu: “–Niye böyle yaptın?”
Züleyhâ: “–Beni günah ânında iken görmesinden hayâ ettim!” diye cevap verdi.
Bunun üzerine Hz. Yusuf (a.s.) : “–Sen işitmeyen, görmeyen ve bir şey anlamayan bir taş parçasından utanırsın da, benim, beni yaratan, hem de en güzel sûrette yaratan Rabbimden hayâ etmeye hakkım yok mu?” dedi.
Evet, Hz. Yusuf (a.s.) iffet ve hayâsına yakışır, ibretlik bu muhteşem cevap ile sohbetimizi bitirelim. 
Allah’a emanet olun.
(Bu yazı Şenel İlhan Beyefendi’nin sohbetlerinden bir derlemedir.)
 
                         
                             
                                                                         
                                                                                                
                            
 
                                 
                                                    .jpg) 
                                                     
                                                     
                                                     
                                                     
                                                     
                                                    