Güneşlenenler ve Kurşunlananlar

Yeni bir haftaya, yeni bir pazartesiye, yeni bir “koşu bandı”na daha hoş geldiniz. Takvimler ilerliyor, vadeler daralıyor, alacaklar gecikiyor, ama sistem çalışıyor. Çünkü mesele zaten sizin yaşam biçiminiz değil, dönebilmeniz. “Çark dönsün” yeter! Artık kimse tam olarak mutlu değil, kimse huzurlu da değil. Ve herkes meşgul. “Kendini tüketmek” klişesi, yerini “zamanı öldürmek” modasına bıraktı. Biraz borsa, biraz sosyal medya… Ve işte, bunca kaos ortamının arasında, artık her şey yoluna girdi.
Modern insan, zihninin mezarlığına başarı adını verdi. Artık çocuklarımıza dahi “iyi insan ol” demiyoruz. “Başarılı ol, görün, duyur, kazan” diyoruz. Biz çocuklarımıza bireysel bir kariyer planlarken, Batı’da bir yerlerde çocukların ölüm senaryoları planlanıyor. Ama biz hâlâ “kendi gerçeğimizi” yaşayalım, kendi merkezimizde kalalım, kendi konfor alanımızdan çıkmayalım. Batı, oyalanmamız için özgürlük pazarladı, bizi yalnızlaştırmak için temas etti.
Kendimizi gerçekleştirelim derken, kendimizden uzaklaştık. Biz hep başkasının gözünden bakmayı fazilet saydık. Kendi hakikatimize yabancılaştık, çünkü onların ilerleme dediği şey, köklerden kopuştu. Ama biz hâlâ “başarı” peşindeyiz. Hâlâ “hayat kısa” diyerek vakit öldürüyoruz. Hâlâ cehennemi estetik ambalajlara sarıp evimize sokuyoruz. Adına kazanç dediğimiz şeylerin, bize ne kaybettirdiğini hiç düşünemiyoruz.
Ey kardeşim,
İçinde bulunduğun çağ, senden sadece duygularını değil, inancını da değiştirmeni istiyor. Ne acı ki bunun tezahürünü Gazze olaylarında hepimiz gördük. Sessizlik artık bir tercih olmaktan çıktı, konforun bedeli haline geldi. Bu bedeli ödeyenler, belki konforu kazandılar, ama şerefleri ne âlemde onu ayrıca konuşmak gerekir. İmanları ise kendileri gibi sessizliğe gömüldü. Gazze’de akan kanın yükü, sadece işgalcinin değil, susan ümmetin de sırtında. Bu yük omuzlara eşit dağılmadı kardeşim.
Bazıları konuştu, bazıları sustu. Ve sen sustukça, kurşunlar daha rahat hedefini buldu. Kardeşinin kafasına sıkılırken, sen güneşleniyordun. Çocuklar katledilirken, sen istatistik kovalıyordun. Gazze yanarken sen neler ediyordun neler. Çünkü vereceğin tepki artık bir siyasi görüş bildirisi oldu, değil mi? Zulme göz yumarken hangi aynaya bakıp da insan kaldığını sanıyorsun?
Eskiden İmanı ilke edinen bir topluluk vardı. Şimdilerde ise imanı “duygu” zanneden bir topluluk oldu. Bu hâlin bir adı var kardeşlerim: Zillet! Zulme karşı susmak sadece acizlik değildir, zamanla alışkanlığa, sonra karaktere dönüşür. Karakter zayıfladıkça ümmet düşer, ümmet düştükçe çocuklar toprağa gömülür. Ve biz hâlâ meşgulüz. Bir sonraki yatırımı düşünmekle, bir sonraki tatili planlamakla... Yani hayat, utanmadan normalleşiyor. İnsan kendi imanına bakmadan yola çıkamaz. İman ettiğini söyleyip de zalimden çekiniyorsan, o iman sadece kimlikte kalır.
Unutulmamalı, zulmün organize olduğu yerde cesaret dağınık kalamaz. Bugün ümmetin yarası, zulüm güçlü olduğu için değil; biz yerimizde kaldığımız için kanıyor. Kâfir kendi inancını hâkim kılmak için çalışıyor. Müslüman kendi konforunu korumak için susuyor. Oysa susarak koruduğumuz her rahatlık, aslında kaybettiğimiz bir direniştir. Her suskunluk, zalime cesaret, mazluma yalnızlıktır. Bu yüzden, bir noktada sadece zulme değil; susanlara da hesap sorulacaktır. Rabbimiz, Tevbe Suresi’nde geçen; “De ki: ‘Harekete geçin! Yaptıklarınızı Allah da, Rasûlü de görecektir.” ayetinin işaret ettiği yolu aydınlatsın. Gölgemize basanları ışıksız bıraksın.