Aile kurumunun kendine has biçimlenen bir yapısı var. Bugün, aileyi tehdit eden sosyal unsurlar, çeldiriciler nelerdir? İnsanların bu durumdan etkilenme biçimine dair neler söylenilebilir?
Aile, bir toplumun yıkılmasında da inşa ve ihya edilmesinde de çok önemli bir yerde duruyor. Tarih boyunca da bu hep böyle olmuştur. Aile yapısına önem veren, aileyi güçlendiren –cinslerden sadece birini güçlendirmek doğru bir yöntem değil-, bunun için çaba gösteren toplumların hepsi kadim gelenekler oluşturmuş ve mevcudiyetlerini asırlar boyu sürdürmüşlerdir. Aileyi önemsemeyen, ikinci plana atan, bu konuda hassasiyetini, ölçülerini, kriterlerini ortaya koymayan toplumlarda, hem psikolojik anlamda hem sosyal anlamda hem de ahlaki anlamda yıkımlar, erozyonlar baş gösteriyor.
Gözlemlerime göre bir toplumu yıkmanın üç yöntemi var. Buna 3 M yöntemi diyebiliriz.
M’lerden birincisi medya. Medyayla birçok şey değiştirilip, dönüştürülebiliyor. Diziler, filmler veya sosyal medya aracılığıyla gençliği tarumar da edebiliyorsunuz; yapıcı, eğitici de olabiliyorsunuz.
İkinci M ise modadır. Modayla da toplumu dönüştürmek mümkün. Ben hep şuna inanırım: İnsan nasıl giyinirse öyle düşünüyor. İnsan yaşamında her anlamda, sosyal, ruhsal, kişilik, ahlaki anlamda ve daha da önemlisi cinsiyet kimliği anlamında giyim kuşamın başat bir rol oynadığını düşünüyorum. Giyinme biçimleri psikolojiden ayrı değil. Moda dünyası büyük ve ünlü psikoloji uzmanlarından destek alıyor. Bir elbiseyi, bir giyinme tarzını toplumda yaygınlaştırarak toplumu dönüştürmek mümkündür.
Üçüncü M de mantalite. Mantalite üzerinde çok oynadılar. Bize şöyle dediler: “Bizim toplumumuz ataerkil, erkekler daha baskın, daha otoriter; hanımlar daha geri planda, ekonomik özgürlükleri yok, eziliyorlar, ayakları üzerinde dursunlar…” Bunlar son 30-40 yıldır konuşuluyor. Kastettiğim mantaliteyi şöyle özetleyebiliriz: Yeniçeriye şövalye kostümü giydirilmemeli. Hepimizin bireysel bir bilinci ve bilinçal...
Yazının tamamını dergimizden okuyabilirsiniz.