“Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar...” (Bakara, 2/3)
“Onlar ki, namazlarında derin saygı içindedirler.” (Mü’minûn, 23/2)
Böyle çok sayıda Kur’an ayetinde görüldüğü üzere namaz ibadeti, Allah’a imandan hemen sonra gelen ve Rabbimize karşı derin bir saygı içinde, dosdoğru olarak eda edilmesi gereken çok önemli bir ibadettir.
Bu konudaki hadisi şeriflere gelince: Ebû Hureyre, (r.a.) Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittiğini söyler:
– “Ne dersiniz? Birinizin kapısının önünde bir nehir olsa da, o kimse her gün bu nehirde beş defa yıkansa, kirinden bir şey kalır mı?” Sahâbîler: – O kimsenin kirinden hiçbir şey kalmaz, dediler. Resûl-i Ekrem: – “Beş vakit namaz işte bunun gibidir. Allah beş vakit namazla günahları silip yok eder” buyurdular. (Buhârî, Mevâkît 6)
Başka bir hadiste ise:
“Bir Müslüman, farz namazın vakti geldiğinde güzelce abdest alır, huşû içinde ve rükûunu da tam yaparak namazını kılarsa, büyük günah işlemedikçe, bu namaz önceki günahlarına keffâret olur. Bu her zaman böyledir.” (Müslim, Tahâret 7) buyurulur.
Yine bir başka hadiste ise ciddi uyarı vardır:
“Namaz dinin direğidir, kim onu terk ederse dinini yıkmıştır.” (Acluni, Keşful Hafa, II/31)
İşte bu ve benzeri birçok hadis-i şeriflerde de görüldüğü üzere Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) namazla ilgili hem çok güzel müjdeleri, hem de çok ciddi ikazları vardır.
Bu nedenle namazı ihmal eden ve ayrıca kılarken edebine dikkat etmeyen, bu konuda mücadele etmeyen bir kişi fasıklığın en yüksek derecesinde yaşıyor demektir. Şu bir gerçek ki bu imtihan dünyasında nefs ve şeytanın tuzakları bizim en büyük imtihan sebebimizdir. Namaz önemli bir ibadet olunca namazı ifsad etmek için özellikle hem nefs-i emmareden hem de şeytan taifesinden namaz kılanlara çok vesvese gelir. O yüzden Allah’ı düşünerek, Allah’ı görür gibi veya en azından onun bizi gördüğünü düşünerek namaz kılmak çok kolay değildir. Bir kişi bu gerçeklikten hareketle ömür boyu nefsiyle ve şeytanla mücadele modunda yaşamalıdır ki hem emir ve yasaklara karşı uyanık olsun, hem de namazda huşûya dikkat edebilsin. Nitekim böyle yaşamak zaten Müslümanlığın en asgari şartıdır.
O halde bir mümin nefsinin kötülükleri ile nasıl mücadele ediyorsa aynı şekilde namazdaki hudû ve huşû içinde aynı mücadeleyi yapmak zorundadır. Bir kişi huşûya riayet ederek bu konuda mücadele ederek namazını kılarsa o namazı Allah katında inşaAllah kabule şayan olur. Bu nedenle mümine düşen bu mücadeleyi sürdürmek ve asla bu mücadeleyi bırakmamaktır.
Bu konu önemlidir çünkü insanlar bazı büyük günahları işleseler bunları bilir, mübarek gün ve gecelerde bunlara tevbe ederler ama genel olarak insanlar huşûsuz namaz kıldığını bilse de bunun çok büyük bir günah olduğunu idrak edip, telafisi için çaba harcayıp tevbe etmez veya genelde buna gerekli hassasiyeti göstermezler. Bu nedenle bu konunun çokça anlatılması ve iyice anlaşılması gerekir.
Peki, şimdi namazı nasıl kılmalıyız derseniz, öncelikle namazın bir dışardan görünen, zahiri edebi vardır ki buna hudû denir. Bunun anlamı namazın rükünlerini düzgün, yerli yerinde ve tam bir saygı içinde yapmak demektir. Bir de namazın içerden kalbimizi ve duygu dünyamızı ilgilendiren bir iç edebi vardır ki, buna da huşû denir. Dolayısıyla kısaca huşû namazdaki manevi edep, hudû da zahiri edeptir ki bunlara riayet etmek farzdır. Bir kez daha vurgulamak gerekirse, namazdaki huşûsuzluğun birçok ciddi ayıptan ve yüz kızartıcı günahtan daha kötü bir iş olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekir.
Allah bizi yerken, içerken, yatarken veya gezerken vb. her yerde görüyor. Peki, namazda görmesi bu görmelerle aynı mıdır? Elbette hayır, namazda görmesini başka değerlendirmek gerekir. Allahu Ekber diye tekbir alıp namaza durduğumuz anda direkt Allahu teâlâ ile muhatabız. O zaman burada açıkça çok özel bir durum söz konusudur, yani bu duruma anlayabileceğimiz şekilde bir örnek verecek olursak, bu bir padişahın seni sokakta görmesi gibi normal bir durum değil, aksine onun izni ile sarayına kabul edilmek veya huzuruna çıkmak gibi bir şerefe erişmektir... İşte bu büyük şerefin farkında olarak namazı ikameye çalışmalıyız ki bu farkındalık zaten huşû sahibi olmak anlamına gelir…
Ben kendi adıma Rabbime şükürler olsun ki namazda huşûya çok dikkat ederim ve namaz için “Allahu Ekber!” diye tekbir alınca alabildiğine huzurda olduğumun farkındalığıyla namaz kılarım. Öyle ki; dünya âleminden adeta sanki ahiret âlemine geçerim. Artık dünya ile ilgili hiç bir şey düşünmem; yanmış, yıkılmış umrumda olmaz. Allahu Teâlâdan daha değerli, namazdan daha önemli bir şey mi var ki namazda acele edeyim derim.
Bu konudaki duygularımı, dostlara örnek olması anlamında tekrar ifade edeyim ki, namazdan daha zevkli bir şey bilmiyorum, ben böyle bir şey hayatımda yaşamadım. Allahu Ekber deyip namaza durduğumda Allah ile beraber olmaktan çok mutlu oluyorum. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) gözümün nuru namaz demiş; ben de gözümün nuru namaz diyorum. Hadis-i şerifte “Bana, (dünyanızdan) koku ve kadın sevdirildi. Gözümün nuru ise namazda kılındı.” (Nesâî, İşretu’n-Nisâ 1, (7, 61)) buyuruldu. Burada kadın sevdirildi derken bunu sadece cinsellik olarak anlamak elbette doğru değildir. İslam âlimleri bu hadisin tefsirini yaparken, bunu, şeriatın mühim bir kısmının kadınlar tarafından nakledilmiş olmasına, ümmetin sayıca artmasına kadınların vasıta olmasına, bir de “Dünya bir metadır, en hayırlı metâ ise sâliha kadındır.” hadisine dayanarak açıklamışlardır. Ayrıca tıbben de bilinir ki kadın ruhu insanı rahatlatır. O yüzden erkek hemşire ile kadın hemşire arasında fark vardır ve kadın hemşirelerin hastalara daha iyi geldiği de psikolojik bir gerçekliktir. Güzel kokunun da fıtraten sevilmesinin yanında, hadis-i şeriflerde de bildirildiğine göre özellikle meleklerin ilgi ve sevgisini cezbeden bir yönü vardır. Yine güzel kokuda maneviyat ehlince bilinen başkaca maneviyattan nüveler de vardır. Namaz ise gerçekten hakkını vererek kılabilenler için zaten dünyada yaşanabilecek en güzel mazhariyettir. Zira bu konuda rivayet edilen pek çok sahih hadis, dînî emirler arasında en yüce mevkiî namazın tuttuğunu açıkça ifade eder.
Yine kendi adıma arkadaşlara örnek olması anlamında şunları diyebilirim ki, namaz olmadan yaşayamam veya namaz olmasa mutsuz olurdum, bunalıma girerdim, hayatın hiçbir anlamı olmazdı. Namazdan neden bu kadar zevk aldığımı düşündüm. Baktım ki bu Allah’a olan yakîn duygusu ile yani onu tanımakla alakalı. Allah’ı tanıdığın kadar huşû sahibi olur, tanıdığın kadar da namazdan zevk alırsın. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “Namaz, müminin mîrâcıdır.” (Süyûtî, Şerhu İbn-i Mâce, I, 313) buyurmuştur. Bunun anlamı Rasulullah’a (s.a.v.) miraçta yaşatılan manevi hazlar veya zevklerin bir cüzi namazda mümine yaşatılır demektir. Namazdaki bu güzellikten dolayı, kabirde namaza müsaade edilse, orada namaz kılmak isterdim, hatta cennette dahi namaz kılmak isterdim.
İşte eğer bu bahsettiğim huşûyu elde edebilirseniz, Allahu Ekber dediğiniz anda tabiri caizse empati kurabilmeniz için söylüyorum; sanki en sevdiğiniz, en değer verdiğiniz bir yakınınızla birlikteymiş gibi duygular içinde, ama şanı çok yüce olan, sevgiye, saygıya en fazla layık olan Rabbinizle buluşmuş muhabbet ediyor gibi olursunuz. İşte böyle bir duygu içinde bu yakınlığı ve sıcaklığı hissederek namazı kılmalısınız ki namazın şanına yakışan da budur. Bunun için Allah (c.c.) sizin zihninizde soyut belirsiz bir kavram olarak kalmasın ki huşû içinde namaz kılasınız. Etrafınızdaki diğer var olan şeylerden çok daha yüksek bir tonda Allah’ı hissetmiyorsanız, çalışıp bunu hissetmeyi başarmalısınız. Allah’ı soyut bir kavram gibi düşünenlerin imanı surete iman oluyor, bu da o kişide yakîn oluşturmuyor; dolayısıyla bu kişinin namazdaki huşûsu da yeterli olmuyor.
O halde diyebiliriz ki bir kişi Müslümanlığının ölçüsünü namazına bakarak anlamalıdır. Yani namazında hudû ve huşûsu yerli yerinde ise o kişi istikamet ehli iyi bir Müslümandır, değilse tevbe edip kendine gelmelidir.
Namazı huşû içinde kılmak için verilen mücadeleye bir de şu açıdan bakmak gerekir. Malumdur ki İslam’da düşmana karşı yapılan cihad çok büyük bir ameldir. Ama Peygamber Efendimiz (s.a.v.) birçok müjdesiyle nefse karşı açılan savaşın bundan daha kıymetli olduğunu ifade etmiştir. Mesela, “Mücahid nefsiyle cihad edendir” (Tirmizî, “Feżâ’ilü’l-cihâd”, 2) hadis-i şerifi ve daha başka hadislerde bunu görebiliriz. Buradan anlıyoruz ki, namazı huşû içinde kılmak için mücadele eden müminlere cihad-ı ekber sevabı verilmektedir. Bu anlamda huşû için verilen mücadelenin kıymetini bilen âlimler, aralarında huşû ile namaz kılmak mı daha üstün, huşû mücadelesi vererek namaz kılmak mı daha üstün konusunu tartışmışlar ve bu tartışmalarda huşû mücadelesi vererek kılınan namaz daha üstündür diyenler dahi olmuştur. Sonuçta huşû mücadelesi vererek kılınan namaz, huşû ile kılınan namaz gibi Allah katında muamele görür ve fayda sağlar diye ortak bir kararda birleşmişlerdir.
Şimdi de müminlerin bu konudaki azim ve gayretleri ölçü alınarak birer tanımlama getirilen, namazda huşûnun üç mertebesinden bahsedebiliriz. Birincisi, namazda zihni ve aklı kontrol ederek, Allah’tan başka zihne gelen her türlü şeyleri atarak namaz kılmaya çalışanların huşûsu. İkincisi, Allah’ın bazı isim ve sıfatlarını akla getirerek o duygular eşliğinde namazı kılanların elde ettiği huşû ki, ben bu konuda Rabbimin çoğunlukla merhametini ve bazen de azametini düşünerek huşûyu yakalarım. Bazen de bu isimleri ve sıfatları tercihim akışa göre kendiliğinden olur. O gün hangi sıfatı seçmem lazım diye düşünmem de hangi sıfat veya isimle yardıma ihtiyacım varsa otomatikman Allah’ın o sıfatını düşünerek namaz kılarım ki, sizler de bunları kendinizce uygulayabilirsiniz.
Üçüncüsü Allah dostları gibi hiçbir şey düşünmeden veya bir analize girmeden doğal olarak huşûyu yakalamak. Bu huşû yüce bir makamdır. Bu huşûyu empati yaparak anlamak için anne örneğini veririm. Allah ile annenle olan duygusal bağ gibi bir bağ kurabilirsen o zaman hiçbir şey düşünmeden Allah’ın sana olan sevgi ve merhametini hissedebilir ve annene duyduğun duygusal yakınlık gibi Rabbin ile de ama onun şanına layık olarak daha derin daha büyük bir sevgi, merhamet duygusu ve yakınlık hissedebilirsin. Bu duygusal yakınlık ise zorlanmadan namazda direkt huşûya neden olur ki bu namaz velayeti hassa sahibi kulların veya peygamberlerin namazı gibidir. Şunu da belirtelim; Allah dostu olanlara da namazda düşünceler gelebilir. Nitekim Hz Ömer’in (r.a.) namaz kılarken aklından savaşa orduyu hazırladığı veya donattığı ile ilgili böyle bir rivayet vardır. Bunun nedeni kuvve- i hayaliye veya kuvve-i vehime gibi fıtratta var olan bazı özellikler olabilir ki büyüklerde bu tür şeylerin olması onların genel anlamda huşûsuna engel teşkil etmez.
Şimdi tekrar cihadı ekber olarak Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tarafından nitelenen nefis mücadelesine gelelim ki namazla ilişkisi çok açıktır. Nefs mücadelesinin iki farklı boyutu vardır. Bir boyutu her Müslümanı ilgilendiren günahlardan kaçınmak emirleri yapmak boyutudur. Bu boyut nefse rağmen yaşama boyutudur ki en asgari Müslümanlıktır. Birisi de nefsi tezkiye kalbi tasfiye ederek velayeti hassa makamındaki, Allah dostluğu makamına yükselmektir. Bu boyut Müslümanlara farz değildir, tercihe bırakılmıştır. Lakin bilmek gerekir ki namazı peygamberlerin namazına yakın olarak kılanlar, huşû da zorlanmayanlar genel olarak bu zümredeki müminlerdir. Peki, bizler normal Müslümanlar isek o zaman ne yapacağız. Bizler de elimizden geldiği kadar huşûlu namaz kılma konusunda mücadele edeceğiz. Bunu nasıl yapacağız derseniz, mesela, “Şu an namazda, Arş’ın Kürsü’nün sahibi ve yaratıcısı Allah’ın huzurundayım. Rabbimle beraber olmaktan, daha değerli ne var ki, şu an dünyanın en kıymetli en değerli işini yapıyorum vs. diye düşünebiliriz. İşte bu şekilde müminler kendilerince bulabilecekleri güzel düşüncelerle huşûyu yakalayabilirler. Zira biz Müslümanlar her zaman nefsimizle mücadele modunda yaşamalıyız ve nefse rağmen yaşamanın en asgari Müslümanlık olduğunu bilmeliyiz. Bizim için en önemli varlık neyse ona en fazla önem vermeliyiz, dolayısıyla namaz kılarken de Allah’ın huzurunda olduğumuz duygusunu kaybetmemek için nefse muhalefet ederek kendimizi zorlamalıyız. Günahlardan sakınmak için de böyle, bu duyguları serbest bırakmayacağız, böyle yapmazsak adımız fasık olur ki İslam’da fasıkların şehadeti dahi kabul edilmez.
Peki, insanoğluna, bir yaratıcıya inanmak ve ona karşı namaz ibadetindeki ritüellerle tazimde bulunmak neden zor gelir biraz da bu konuya değinelim: İnsan yaratılışı gereği egosantrik bir varlıktır, en çok kendini sever, en büyük kendini görür. Bu nedenle birilerine bağımlı olmayı, kimsenin önünde eğilmeyi ve kimseye hesap vermeyi sevmez. Bu bağımsızlık duygusu yaratılışında vardır, kendini en büyük görür, karşısında tanrı varsa onu bile inkâr eder. Yani daha açığı insanoğlu için bağımsızlık konusuna ilk engel tanrı kavramıdır. Nefisler bu yüzden yaratılış olarak da tanrı tanımazlığa veya kâfirliğe meyillidir. İşte namaz ibadeti ise içindeki dua ve fiziksel ritüelleri ile bu duyguya en büyük darbe ve özellikle kibir ve büyüklenme duygusuna da en güzel çaredir. Namazda nefsin en ağırına giden şey ise secdeye kapanmasıdır. O yüzden namaza ilk önce ayakta başlanır. Kıyamda varlığı izhar vardır, yani izafi de olsa ben varım demektir ki, bu gerekli bir duygudur. Zira kibir duygusuna muhalafet edip, kendi büyüklüğünün, kendi kıymet ve değerinin farkında olarak secdeye kapanan bir kişinin secdesi kıymetlidir. Aksine, kendi gözünde bir hiç olan şahsiyetsiz, silik bir adamın secdesinin de bir kıymeti yoktur. Dolayısıyla namazdaki rükû ve secdeler, Allah’ım senin azamet ve büyüklüğünü kabul ediyorum demektir.
Şu bir gerçek ki bizi ve bize ait olan her şeyi yaratan Allah’tır. Her şeyimiz ona bağlı, ama maalesef biz bu bağdan çoğunlukla habersiziz. İşte namaz Allah’la bağ ve irtibat kurma konusunda da en önemli en elverişli bir ibadettir. Allah-u Teâlâ namaza böyle bir güzellik vermiş ve günde 5 vakit namazı farz kılmış ki Rabbimizle bağımız sürekli yenilenip tazelensin kopmasın, sağlam kalsın. Bu gerçeklikten hareketle diyebiliriz ki, biz namaza muhtacız, bu ibadete muhtaç yaratılmışız…
Evet, belki namaz ibadeti önceleri insana zor gelir, ama insan ondaki lezzeti alırsa Allah’a secde ederken hiç bitmesin ister ve uzattıkça uzatası gelir. Nitekim İslam tarihinde gerek Peygamber Efendimizin (s.a.v.) gerekse manevi büyüklerin böyle neredeyse bitmek bilmeyen çok uzun kıyam ve secdeleri pek meşhurdur. İşte bu güzellik namazdaki ilahi tecelliler ve oluk gibi akan feyz ile alakalı bir durumdur. Yani namaz öyle feyzli bir ibadettir ki onu ifa ederken ruha gelen manevi tecelliler ve feyzlerin yanında diğer ibadetlerden gelen feyzler bir gölge gibi kalır.
Allah-u Teâlâ kullarına bu dünya hayatında ahiretteki gibi tecelli etmez; edecek olsa dünya yerle bir olurdu. Buna rağmen dünya âleminde en güçlü ilahi tecelli Allah’ın evi olan Kâbe’ye iner bir de namaz kılarken Kâbe’ye yöneldiğimiz için namaz kılan kulların üzerlerine… İşte bu ilahi tecelli ne büyük bir ikramdır, bunun farkında ve bilincinde olmak ve namazı asla zayi etmeden hakkıyla kılmak gerekir.
Ayrıca bu tecelliler nefsi tezkiyede de o kadar etkilidir ki hakkıyla kılınsa insanda kötü huy bırakmaz iyiye çevirir ve ruhen ve kalben Allah’a yakınlaştırır. Daha açığı hakkıyla kılınan namazla bir insan manevi terakkisini tamamlayıp velâyet-i hassadan bir veli olabilir.
Bütün bunlardan şunu anlamalıyız ki namazda Rabbimizden ruha gelen ilhâmat ve vâridâtlar tüm hallerden üstündür. O halde hiçbir şeyin olmasa, yüzlerce de derdin olsa dahi namazın düzgünse bu senin için her şeye değer. Şu bir gerçek ki, bu anlatılanları surete iman sahiplerinin anlaması çok zordur. Lâkin surete iman sahipleri de aklederek namazda birinci kısımda anlattığımız huşûya dikkat edebilirler ve bu mücadeleleri de Allah katında çok değerlidir. Yani bu kişiler, huşûyu elde etmek için, akıllarına hiçbir şey getirmeseler veya gelenleri reddedip Allah’ın huzurunda oldukları bilincinde olsalar veya yaptıkları en önemli işin kıldıkları namaz olduğunu düşünseler, bu şekilde namazlarını kılsalar ve selamdan sonra da 3 defa “Estağfirullah el Azîm el Kerîm ellezî lâ ilâhe illâhu el hayyel kayyûmu ve etûbü ileyh.” diyerek böyle bir tevbe istiğfar da bulunsalar, inşaAllah namazdaki huşû eksiklikleri bu şekilde telâfi olur. Önceki namazlardaki huşûsuzluğa da tövbe edebiliriz; bunun için de aynı tevbe istiğfarı en az haftada bir defa yüz kere söylemek Allah’ın izni ile yeterli olacaktır. Özellikle bu istiğfarı cuma günlerine getirelim ki daha iyi olur ve böylece önceki namazlarınız da inşaAllah huşûlu sayılır.
Namazın bazı güzel duygular eşliğinde kılınması, namazdaki huşûyu hem güzelleştirir hem kolaylaştırır. Mesela, namaza sadece bir görev gibi bakmayalım şu duyguları namazda yaşamaya çalışalım ki, aslında namaz böyle bir ibadettir. Yani, Allah-u Teala’ya seni seviyorum diyerek, O’na sevgini saygını göstermek, teşekkür etmek ve sanki bir sevgiliye gül verir gibi düşünüp, namazımızı gül gibi takdim etmektir. Yine namaz, acziyeti ifade ederek, dertlerini Allah’a sunmaktır. Ya Rabbi, birçok manevi hastalığım, günahlarım ayıplarım, kusurlarım var; beni bağışla, affına, merhametine sığınıp sana geldim, seni ve nimetlerini unutmadım demektir. Nitekim namaz kılarken, her Fatiha suresini okuduğumuzda kulluğumuzu ikrar edip yenilemiş, Allah’ın affını dilemiş, istikamet üzere kalmak için dua etmiş ve en netice merhametine sığınmış oluruz.
Bu nedenle her namaz ayrı bir dünyadır, her namaz özel bir ameldir ve her namazdaki huşûnun, hudûnun, ihlâsın hesabı da ayrı verilecek, ayrı değerlendirilecek, bu konuda toptan bir hesap olmayacaktır. Bu derece öneminden dolayı namazları asla zâyi etmemek ve üzerlerine çok titremek gerekir. Yukarıda paylaştığımız hadis-i şeriflerde de açıkça görüldüğü üzere hakkıyla ifa edildiği takdirde bir mümin için namaz ibadeti, maddi manevi kirlerden ve günahlardan tamamen arınma, toptan bir temizlenme yeridir. Özellikle secdelerin ayrı bir yeri ve önemi vardır ki Peygamber Efendimize (s.a.v.) ayette “secde et ve yaklaş” (Alak, 19) buyrulmuşur. Dolayısıyla secde Rabbe tam bir yakınlık halidir, o halde secdeye kapanıp dualar edecek olsak, Rabbimizin dualarımıza nasıl icabet ettiğine de şahitlik edebiliriz.
Yine kardeşlerimize namazla ilgili bazı nasihatlerimiz olacaktır. Namazın rükû ve secdelerindeki tesbihatları yaparken hızlı ve özensiz yapmayalım; bu tesbihatların asgarisi fıkıh kitaplarında 3 tür, ama bence ideali 7 defadır, hiç olmazsa en az 5 defa söylemek iyi olacaktır. Nitekim, ben kendi adıma bu tesbihleri 3 kere söylemeye Allah’tan hayâ ederim. Namazı yalnız başımıza kılarken rükû ve secdeleri uzatmak güzeldir, imam olursak o zaman mümkün mertebe cemaatin hastasını, yaşlısını düşünmek ona göre uygun kılmak güzel olandır. Namaz ibadeti zevk almak için kılınmaz ama namazdan zevk almamak da kulluğa yakışmayan bir durumdur, bunu da belirtelim ve son olarak bu sohbetin bir faydası ve ikramı olarak Rabbimizden bundan sonra kılacağımız namazlarımızı hudû ve huşû içinde kılmayı bizlere nasip ve müyesser kılması duasıyla sohbetimizi noktalayalım.
Allah’a (c.c.) emanet olun.
(Bu yazı Şenel İlhan Beyefendi’nin sohbetlerinden bir derlemedir.)
