Hz. Peygamber (s.a.v.) bir hadisinde şöyle buyurur:
“İslâm, beş şey üzerine kurulmuştur: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna şehâdet etmek; namaz kılmak; zekât vermek, Kâ’be’yi haccetmek, Ramazan orucunu tutmak.” (Buhârî, İmân 1, 2; Müslîm, İmân 19, 22; Tirmizi, İmân 3; Nesâî, İmân 13).
Bu meşhur hadis-i şeriften hareketle genelde avam insanlar arasında, İslam’ın üzerine oturduğu bu beş emir zamanla İslam’ın tamamına şamil bir inanç haline gelmiştir. İşin acı yanı avam dediğimiz bu insanlar arasında sorsan avamlığı asla kabul etmeyecek olan, Arapça, fıkıh, hadis bilgisi kuvvetli ama sadece zahir okumuş, bu nedenle kendini gerçek âlim sanan, aslında ise nefsinden habersiz kendinin cahili avamlar da çoktur.
Bu nedenle günümüzde önemle dikkat edilmesi gereken bir mesele manevi terakkisini tamamlamadan tekke ve dergâhları mürşidim diye işgal edenler ve nefsinden habersiz olduğu halde hocayım, âlimim diye akademik etiketini ve sosyal medyanın cazibesini kullanarak etrafına binler, yüz binler toplayan adamlardır. Rehberliğe veya önderliğe soyunmuş bu tür adamlar, ahir zamanda zararlarından korunulması gereken, bağı, bostanı saran zararlı otlar gibidirler.
Yukarıdaki hadis-i şerife dönecek olursak, bu beş emir İslam’ın olmazsa olmazıdır, bunda tereddüte mahal yok. Yalnız bugün sadece bu şartlara önem veren ve bunları yerine getirmeye gayret gösteren ama ahlaki anlamda ve sosyal ilişkilerde İslam’ın boyasına boyanmamış, fasık Müslümanlar yüzünden İslam âlemi darmadağınıktır. Özellikle bugünün Müslümanları ahlaken zayıf olmaları hasebiyle, yeryüzündeki ümmet-i davet konumunda olan insanlara örnek olabilecek ve onları İslam’ın güzelliği ile cezbederek İslam’a çekecek konumda değildir. Kendi içlerinde ise aşırı dünya heveslisi olmaları nedeniyle bölük pörçüktürler ve bugün acı bir şekilde yaşayarak gördüğümüz gibi ve bir avuç Yahudi ile baş edemeyecek kadar zavallı, aciz, korkak ve zayıftırlar.
Bu nedenle artık Müslümanlar arasında, İslam’ın emirlerinin namaz, oruç, hac gibi kişinin şahsına yönelik olanlarının yanında toplumsal olanının, yani sosyal ilişkilerin sıhhatini belirleyen, düzenleyen, güzel ahlak kapsamında değerlendirilmesi gereken çok kıymetli başka emirlerinin de farkına varılmalı ve bunlara gerekli önem ve hassasiyet gösterilmelidir. Eğer Hazreti Peygamber (s.a.v.) ve ashabının yaşadığı İslam’ı yaşamak istiyorsak bu İslam, güzel ahlakın ıskalandığı veya görmezden gelindiği bir İslam asla olamaz... Nitekim güzel ahlaka yönelik bu kıymetli ameller, İslam âlimleri tarafından, Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şerifleri referans alarak 54 farz çerçevesi içinde toplanmış ve değerlendirilmiştir.
Bu değerlendirmelerden hareketle diyebiliriz ki, bir Müslüman ahlaki anlamda kendini İslam ahlakına göre geliştirmemiş ve dönüştürmemiş ise namaz, hac, oruç gibi ibadetlerinin onu tek başına kurtarmayacağını bilmelidir. Nitekim bu konu ile ilgili ayet ve hadis-i şerifler de çoktur.
Güzel ahlakı elde etmek ve çirkin huylardan kurtulmak için verilen mücadelenin adı nefse karşı verilen savaştır ki Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bunu bir gazve dönüşünde “Küçük cihaddan büyük cihada döndük.” diyerek ashabına bildirmiştir: Yine bu konuda başka hâdisler de vardır ki bazıları şunlardır:
“(Hakîkatte) mücâhid, nefsine karşı cihâd eden kimsedir.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 2/1621; Ahmed, VI, 20)”
“Akıllı kişi, nefsine hâkim olup onu hesaba çekerek ölüm ötesi için çalışan; ahmak da nefsini hevâsına tâbî kıldığı hâlde Allah’tan (hayır) umandır.”(Tirmizî, Kıyâmet, 25/2459; İbn-i Mâce, Zühd, 31)
Kur’ân-ı Kerim’de de Yüce Rabbimiz bu konu hakkında şöyle buyurur:
“…Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilhâm edene yemin ederim ki; nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyân etmiş, hüsrâna uğramıştır.”(eş-Şems, 7-10)
Dini terminolojide nefsi tezkiye, kalbi tasfiye adı altında ifade bulan bu mücadele dinimizde önemli bir farzdır. Daha çok kalbin ameli olan ve sevgi, merhamet, cömertlik, tevekkül, Allah’a teslimiyet, doğru sözlü olmak, güvenilirlik, ihlas, sabır, tevazu gibi birçok erdemi kazanmayı: kibir, riya, yalan, gıybet iftira, haset, cimrilik, korkaklık gibi birçok kötü huylardan da arınmayı içeren nefsi tezkiye ve kalbi tasfiye eylemi bu nedenle çok kıymetlidir. Maalesef nefse çok ağır gelmesi nedeniyle Müslümanların ekseri tarafından bu terbiye meselesi üzerinde ya durulmamış veya görmezden gelinmiştir. Hâlbuki yaşayan Kur’ân olan Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hayatı ise baştan aşağı güzel ahlaka numune bir hayattı. İman, ibadet ve ahlak üçlüsünün en güzel buluştuğu şahsiyet Peygamber Efendimizdi (sallallahu aleyhi ve sellem). O Kur’ân’da güzel ahlakıyla övülmüştü ve kendisi de bizzat güzel ahlakı tamamlamak için gönderildiğini beyan etmişti.
Biliyoruz ki, güzel ahlak denince kimsenin aklına namaz, oruç, hac, zekât gibi ibadetler gelmez, aksine beşeri ilişkilerde ki güzellik gelir. Nitekim kendisine kitap indirilen ve en tabii olarak kitabı en güzel şekilde anlayan Efendimiz (s.a.v.) Rabbine karşı olan ibadetlerine titizliği, emirlerine saygı ve bağlılığı yanında güzel ahlakı ile de İslam’ı her yönüyle yaşıyordu. Ashabını da bu konuda bilgi anlamında doyururken sadece bu görevle risalet vazifesi bitmiyor, onların nefislerini tezkiye edip kalplerini tasfiye eden bir mürşit, bir rehber, bir önder görevi yapıyordu. Nitekim aşağıdaki ayet onun bu görevini gayet açık ifade ediyor:
“Ümmîlere kendi içlerinden, onlara âyetlerini okuyacak, onları arındıracak, onlara kitabı ve hikmeti öğretecek bir elçi gönderen O’dur. Oysa onlar daha önce apaçık bir sapkınlık içindeydiler.” (Cuma,62/2)
Nefs tezkiyesi, kalbin tasfiyesi yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, zor ötesi bir iştir, Kur’ân’ın açık ifadesiyle bu zor işi ashab Efendimizin (s.a.v.) yardımı ile yapıyordu. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) vefatı ile bu görev O’nun (s.a.v.) ilim, ibadet ve ahlaki anlamda gerçek varisi olan İslam âlimlerine düştü... Bu yüzden bunun için bu konuda ehil mürşit veya hocalardan yardım alınması kaçınılmazdır. Hz. Mevlana âlim bir kişiydi ama Şemsi Tebrizi’yi bulana kadar nefsini terbiye edemedi. Yine Yunus Emre de ancak Taptuk Emre ile ahlaki anlamda hamlıktan kurtulup olgunlaştı. İmamı Gazali’nin hayatı da buna çok güzel bir örnektir. İslam tarihinde bu örnekler sayılamayacak kadar çoktur. Bu inceliği vicdan sahibi olan, nefsinin çirkinliğini gören ve hakka karşı kibirli olmayan her ilim erbabı çok iyi idrak etmiş, bu nedenle hakiki bir mürşit aramayı kulluk için olmazsa olmaz görmüşlerdir. Zamanımızda sahte hoca ve mürşitler çoğaldı dikkat edelim derken, bu konuda uyarırken, başka bir yanlışa düşmeyelim. Yani güzel bir kulluk için olmazsa olmaz olan gerçek bir mürşit arayışını bırakmayalım. Zira dünya menfaatine gelince sahte altın, sahte dolar, sahte para var diye bunlardan vazgeçmeyip gerçeğini arayıp bulduğumuz gibi gerçek İslam âliminin vasıflarını öğrenip onları da bulabiliriz.
Bu konuda yine değerli büyüğümüz ve önderimiz, rehberimiz, kıymetli hocamız Şenel İlhan Beyefendi’nin bu meselenin ehemmiyetini özetleyen bir paylaşımı ile yazımı noktalıyorum.
“Nefs muhasebesi ve becerisi çok önemlidir… Kur’ân ve sahih hadislerle de apaçık işaret edildiği gibi, kendimizi hesaba çekmemiz, nefs muhasebesi veya bir çeşit otokritik yapmamız olmazsa olmazların en önemlilerindendir!..
Bu, o kadar önemli ve gereklidir ki, bunu yapmayan veya yapmayı bir türlü beceremeyen veya bir şekilde yapamayan bir Müslüman’ın, her ne amel ederse etsin veya her tür ilimde ve amelde, allame-i cihan bile olsa, doğru dürüst bir Müslüman olamayacağı çok açık ve kesin bir gerçektir… Çünkü, kendini hakkı ile tanımadığı veya öyle bir ihtiyacı, yani kendini tanımak gerekliliğinin olmazsa olmazlığını bile anlayamayacak kadar sığ olan ve ayrıca, daha da önemlisi, dünyevî ve uhrevî her tür menfaatinin tam da buradan başladığını ve yine burada bittiğini bile idrak edemeyen bu zavallı zevatlar, kim olursa olsun çok zarardadır ve kesinlikle yanlış yoldadırlar…
Mesela; zinanın, kumarın, kul hakkı yemenin, içki içmenin vs. haram olduğunu öğrenmek ve onlara düşmemek için gayret etmek nasıl farz-ı ayn olduğu apaçıksa; işte aynı ayarda ve aynı, bu zahir günahlar gibi, kalbî ve batınî her türlü günah ve günah kaynağı kalp marazlarının da, öğrenilmesi ve bunlarla mücadele edilmesi de “farz-ı ayn’dır” ve terki kesinlikle haramdır…
Sadece, haramlar, günahlar ve kalp marazları değil, fıtraten kendinde var olan güzel ahlakları, zekâ ve akıl durumunu ve derecelerini veya kendine ait özel kabiliyet ve yetenekleri veya her konu ve durumda başka ne cevherleri var ise, bilmesi ve öğrenmesi ve kendini, Allah kul ilişkisinde ve ayrıca, sosyopsikolojik anlamda ona göre konumlandırması da, yine, mecburi olmazsa olmazlardandır ve terki ise, aklî, ilmî ve kültürel anlamda tam bir zavallılık ve nasipsizliktir…
O sebepten bize lazım olan, acilen ve hemen, adamakıllı bir nefs muhasebesi veya otokritik yapabilmemiz için bize yardım eden, “adam gibi adam olan” bir dost, varsa hakiki bir mürşit veya hiç olmazsa bize bizi gösteren, hatalarımızdan samimice uyarıp, özelliklerimiz ve güzelliklerimizle ise, bizi içtenlikle motive eden ve takdir eden bir can yoldaşıdır!..”