Kur’an’da gençlik, iki zayıf dönem çocukluk ve ihtiyarlık arasındaki güç ve kudret, bilme ve yapabilme vaktidir: “Sizi güçsüz yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık veren, Allah’tır. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, üstün kudret sahibidir.” (Rûm, 30/54).
İnsanın hayatında asıl olan gençlik çağıdır. Çocukluk ve ihtiyarlık dönemleri arızi durumlardır. Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivayete göre, Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Cennetlikler kılsız, tüysüz (daha sakalı bıyığı çıkmamış) ve sürmelidirler. Gençlikleri tükenmez, elbiseleri eskimez.” (Tirmizî, Sıfatü’l-Cennet, 8). Dolayısıyla cennettekilerin çocuk ve yaşlı değil; genç olacaklarını bu rivayet belirtmektedir.
Gençlerin dünyadayken ise içinde bulundukları topluma azabın gelmesine bir engel olduğu da belirtilmiştir. Özellikle samimi gençler, ilahi azabın önündeki engellerden biri sayılmıştır. Allah Rasûlü bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Huşu duyan gençler, (namaz kılarak) ruku eden yaşlılar, emzikli bebekler ve otlayan hayvanlar olmasaydı başınıza muhakkak azap yağardı.” (Ebu Ya’la el-Musılî, Müsnedü Ebû Ya’lâ, Dımaşk, 1404/1984, XI, 287 hadis no: 6402).
İnsanlığa müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderilen Allah Rasûlü, görevinin bir gereği olarak toplumun her tabakasıyla ilgilenmiş ve onların sorunlarına çözümler üretmeye çalışmıştır. O, özellikle hayatın en verimli ve dinç çağı olan gençliğin kıymetinin bilinmesini isterdi. Bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: “İnsanoğluna beş şeyden hesap sorulmadıkça kıyamet günü hiçbir tarafa hareket etmeyecektir; Ömrünü nerede ve nasıl tükettiğinden, gençliğini nerde yıprattığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, öğrendiği bilgilerle yaşayıp yaşamadığından.” (Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme, 1).
Hz. Peygamber, İslam’ı tebliğ ederken yeniliğe açık, idealist gençlerden büyük destek almıştır. İlk Müslümanlardan birkaç kişi 50 yaş civarında, birkaç kişi 35 yaşın üzerinde, geri kalan çoğunluk ise 30 yaşın altında bulunuyordu. Mesela genç yaşta İslam’ı kabul edenlerden Hz. Ali 10, Abdullah b. Ömer ve Ubeyde b. Cerrâh 13, Ukbe b. Âmir 14, Câbir b. Abdullah ve Zeyd b. Hârise 15, Abdullah b. Mesud, Habbâb b. Eret ve Zübeyr b. Avvâm 16, Talhâ b. Ubeydullah, Abdurrahman b. Avf, Erkâm b. Ebu’l-Erkâm, Sa’d b. Ebû Vakkâs ve Esmâ bint Ebû Bekir 17, Muaz b. Cebel ve Mus’ab b. Umeyr 18, Ebû Mûsa el-Eş’arî, 19, Ca’fer b. Ebû Tâlib 22, Osman b. Huveyris, Osman b. Affân, Ebû Ubeyde, Ebû Hüreyre Hz. Ömer 25-31 yaşlarında idiler. (İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Ankara, 2001, s. 304-305).
Hz. Peygamber’e (s.a.v.) olduğu gibi Kur’an’ın ifadesiyle Hz. Musa’ya (a.s.) inananlar da genellikle gençlerdi: “Firavun ve kavminin kendilerine işkence etmesinden korkuya düştükleri için kavminden bir grup gençten başka kimse Musa’ya iman etmedi. Çünkü Firavun yeryüzünde ululuk taslayan (bir diktatör) ve haddi aşanlardan idi.” (Yunus, 10/83).
Kur’an ve hadislerden anlaşıldığına göre İslâm’ın aradığı gençlerde şu özellikler bulunmalıdır:
Sadece Rabbi’ne Kul Olmalı
Kur’an, imanı adına mücadele eden genç olarak da Ashab-ı Kehf örneğini vermektedir: “(Rasûlüm)! Yoksa sen, bizim ayetlerimizden sadece (elbette sadece bunlar değil) Kehf ve Rakîm sahiplerinin ibrete şâyan olduklarını mı sandın?” (Kehf, 18/9). Bunların kimler olduklarına dair kısaca bilgi vermek istiyoruz:
Rabbimiz Ashab-ı Kehf’ten şöyle bahsetmektedir: “O (yiğit) gençler mağaraya sığınmışlar ve: Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize, (şu) durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla! demişlerdi.” (Kehf, 18/10). “Biz sana onların başından geçenleri gerçek olarak anlatıyoruz. Hakikaten onlar, Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetini arttırdık. Onların kalplerini metîn kıldık. O yiğitler (o yerin hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: “Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbi’dir. Biz, O’ndan başkasına tanrı demeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz. Şu bizim kavmimiz Allah’tan başka tanrılar edindiler. Bari bu tanrılar konusunda açık bir delil getirseler. (Ne mümkün!) Öyle ise Allah hakkında yalan uydurandan daha zalimi var mı?” (Kehf, 18/13-15). Devamındaki ayetlerde bu gençlerin dinleri uğruna sıkıntıya düştükleri ve bulundukları yerden uzaklaşmak zorunda kaldıkları bir mağaraya sığınıp burada Allah’ın izniyle 309 sene kaldıkları ve daha sonraki insanlara ibret olsun diye diriltildikleri haber verilmektedir. (Kehf, 18/16-26).
İbadetlerini Yerine Getirmeli
Allah Rasûlü’nün ifadesine göre Allah Teâlâ’nın kendi arşının gölgesinden başka hiçbir gölgenin (himayenin) bulunmadığı kıyamet gününde gölgelendireceği (himaye edeceği) yedi kişiden biri “gençliğinden itibaren namaza devam eden” kişidir. (Buhârî, Ezân, 36; Müslim, Zekât, 91). Allah Rasûlü’nün istediği genç başta namaz ibadeti olmak üzere ibadetlerini yapmalıdır. “Allah Rasûlü’ne ölmek üzere bir gencin kelimeyi tevhîd getiremediğinden bahsettiler. Hz. Peygamber (s.a.v.) de “gencin namaz kılıp kılmadığını” sordu. Yanındakiler de kıldığını söyleyince kalkıp yanına gitti. Sonradan öğrendiğine göre kelime-i tevhidi annesi hakkını helal etmediği için getiremiyormuş. (Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, Beyrut, 1417, III, 226 hadis no: 3788). Yine bu hadisten anlaşıldığına göre namaz kılmayanlar da ruhunu zor teslim edecekler.
Hz. Lokman (a.s.) genç evladına hitabıyla, ümmetin gelecekteki evlatlarına da nasihatte bulunmuş olmaktadır. Bu nasihatlerden biri de namaz kılmasıdır: “Yavrucuğum!” diye başlamıştı içten ve samimi: “Allah’a ortak koşma, çünkü ortak koşmak, büyük bir zulümdür. Anne babana iyi davranmayı ihmal etme. Yavrum, yaptığın iyilik veya kötülük, hardal dânesi ağırlığınca bir şey de olsa, bir kayanın içinde, göklerde veya yerde bulunsa Allah mutlaka onu getirir. Çünkü Allah’ın bilgisi her gizli ve ince şeye ulaşır. O, her şeyi haber alır. Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir. İnsanlara yanağını bükme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah, kendini beğenip övünen kimseyi sevmez. Yürüyüşünde ölçülü hareket et, sesini de çok yükseltme.” (Lokman, 31/13-19.)
Ahlaklı, İffetli ve Onurlu Olmalı
Kur’an’da Yusuf sûresinde anlatılan Yusuf peygamber bunun canlı örneğidir. Hz. Meryem ve Hz. Şuayb’ın (a.s.) kızı buna örnek verilebilir. Haya, öyle bir süstür ki her insanda güzeldir. Fakat Kur’an onu genç bir kıza atfetmiştir. “Derken, o iki kadından (Şuayb’ın kızlarından) biri utana utana yürüyerek ona geldi…” (Kasas, 28/25).
Allah’ın kendi arşının gölgesinden başka hiçbir gölgenin (himayenin) bulunmadığı kıyamet gününde gölgelendireceği (himaye edeceği) yedi kişiden biri toplumda saygın ve güzel bir kadının zina teklifini “Ben Allah’tan korkarım” diyerek reddeden gençtir. (Buhârî, Ezân, 36; Müslim, Zekât, 91).
Genç olmanın belki de en zor taraflarından birinin, karşı cinse duyulan ilgi ve arzu olduğunu bilen Peygamberimiz, gençlere dengeli davranmayı ve sabırlı olmayı tavsiye ederdi. Abdullah b. Mesud’un anlattığına göre o, etrafındaki gençlere şöyle buyurmuştu: “Gençler! Evlenme imkanı bulanınız evlensin. Çünkü evlenmek, gözü haramdan çevirmek ve iffeti korumak için en iyi yoldur. Evlenme imkanı bulamayanlar da oruç tutsun. Çünkü orucun, kişi için şehveti kesme özelliği vardır.” (Buhârî, Nikâh, 3; Tirmizî, Nikâh, 1).
Sorumluluk Sahibi, Sorgulayan ve Mücadeleci Olmalı
Kur’an-ı Kerim sorgulayıcı ve mücadeleci olarak Hz. İbrahim (a.s.) örneğini verir. Kur’an, Hz. İbrahim’in (a.s.) bu özelliğinden şöyle bahsetmektedir: “Böylece biz, kesin iman edenlerden olması için İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk. Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü, Rabbim budur, dedi. Yıldız batınca, batanları sevmem, dedi. Ay’ı doğarken görünce, Rabbim budur, dedi. O da batınca, Rabbim bana doğru yolu göstermezse elbette yoldan sapan topluluklardan olurum, dedi. Güneşi doğarken görünce de, Rabbim budur, zira bu daha büyük, dedi. O da batınca, dedi ki: Ey kavmim! Ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Ben hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah’a çevirdim ve ben müşriklerden değilim.” (En’am, 6/75-79).
Hz. İbrahim’in (a.s.) babasıyla ve toplumuyla mücadelesini ise Kur’an şöyle haber vermektedir: “İbrahim, babası Âzer’e: Birtakım putları tanrılar mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni de kavmini de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum, demişti.” (En’am, 6/74). “Kavmi onunla tartışmaya girişti. Onlara dedi ki: Beni doğru yola iletmişken, Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O’na ortak koştuğunuz şeylerden korkmam. Ancak, Rabbim’in bir şey dilemesi hariç. Rabbim’in ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hâla ibret almıyor musunuz?
Siz, Allah’ın size haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O’na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden nasıl korkarım! Şimdi biliyorsanız (söyleyin), iki gruptan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır?” (En’am, 6/80-81).
Allah Rasûlü’nün hayatına baktığımızda ise O (s.a.v.) gençleri görevlendirmek için çaba sarf etmiş ve onları bu konuda cesaretlendirmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Ali’yi (r.a.) genç yaşta Yemen’e kâdî olarak görevlendirmek istediğinde “Ey Allah’ın Rasûlü! Sen beni gönderiyorsun ama ben daha çok küçüğüm ve nasıl hüküm vereceğimi bilmiyorum.” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v.) onun tereddütlü halini görünce kendisine şu sözlerle destek olmuş ve tavsiyede bulunmuştur: “Allah senin kalbini (doğru hüküm verebilme yoluna) eriştirecek, dilini (doğru hüküm vermede) sabit kılacak. Binaenaleyh (mahkeme olmak üzere) huzuruna iki hasım geldiği zaman, birincisini dinlediğin gibi diğerini de dinleyinceye kadar hüküm verme. Bu (vereceğin) hükmün aydınlığa kavuşması için daha uygundur.” (Ebû Dâvûd, Kada (Akdiye), 6; Tirmizî, Ahkâm, 5).
Rasûlüllah, sadece gençlerin özgüven eksikliklerini gidermekle kalmamış, aynı zamanda çevrenin gençlere karşı güvensizliğini de ortadan kaldırmaya çalışmıştı. Vaktiyle, azatlı kölesi Zeyd b. Harise’yi genç yaşta olmasına rağmen aralarında ileri yaşta sahabilerin de olduğu bir gruba komutan tayin etmişti. Ama ashabdan bazıları, onun komutanlığı hakkında tereddüt göstermişlerdi. Sonraları Allah Rasûlü, dadısı Ümmü Eymen ile Zeyd’in evliliğinden dünyaya gelen Üsame’yi Rumlar üzerine gönderilecek bir orduya komutan tayin etmiş ve yine tereddütler baş göstermişti. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem, “Siz şimdi Üsame’nin kumandanlığı hakkında ileri geri konuşuyorsunuz. Bundan önce babasının kumandanlığı hakkında da konuşmuştunuz. Allah’a yemin ederim ki Zeyd bu göreve nasıl layık ve insanların bana en sevimlilerinden idiyse hiç şüphesiz Üsame de babasından sonra bana insanların en sevimlilerindendir.”’ (Buhârî, Meğâzî, 88; Müslim, Fedâilu’s-Sahabe, 55) buyurarak hem itirazları susturmuş hem de genç Üsame’yi cesaretlendirmişti.
Müslüman genç Allah’tan başkasının önünde eğilmez ve Allah’tan başkasından yardım istemez. İbn Abbas’tan (r.a.) rivayete göre, şöyle demiştir: Bir gün Rasûlüllah’ın (s.a.v.) binitinin arkasında idim. Buyurdu ki: “Ey delikanlı! Sana birkaç kelime öğreteceğim: Allah’ın emir ve yasaklarına iyi dikkat ederek yaşa ki Allah da seni gözetip kollasın. Allah’ı hiç hatırından çıkarma ki onu her an karşında bulasın. İsteyeceğin zaman Allah’tan iste, yardım isteyeceğin zaman Allah’tan yardım iste. Bilmiş ol ki tüm insanlar sana bir konuda fayda vermek için bir araya gelseler ancak Allah’ın yazdığı kadarıyla sana faydalı olabilirler. Eğer tüm insanlar sana zarar vermek konusunda birleşip bir araya gelseler ancak Allah’ın sana yazdığı kadarıyla zarar verebilirler. Kader kalemleri kalkmış ve yazılan sahifeler kurumuştur.” (Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme,59; Ahmed b. Hanbel, I, 293).
Mekkelilerin baskısından bıkan Müslümanlar Habeşistan’a sığınmışlardı. Mekkeliler Habeşistan’a bir heyet göndererek kral Necaşi’den sığınmacıların sınır dışı edilmesini istediler. Fakat kral, Mekkelilerin bu talebini Hz. Peygamber’in amcaoğlu Ca’fer’in (ö. 8/629) şu konuşmasından sonra şiddetle reddetmiştir. Daha 22 yaşında olan Ca’fer b. Ebû Tâlib’in Habeş kralının huzurunda Mekkeli müşriklerle Hz. Peygamber’in durumunu karşılaştırması bakımından dikkat çekicidir:
“Ey kral! Biz cahil bir kavimdik. Putlara tapar, murdar et yer, çirkin işler yapardık. Akrabalarla ilişkilerimizi keser, komşuluğun gereklerini yerine getirmezdik: Kuvvetli olanlarımız zayıflarımızı ezerdi. İşte biz böyle bir ortamda bulunuyorken Allah bize içimizden soyunu-sopunu, doğruluğunu, güvenilirliğini ve temizliğini bildiğimiz bir peygamber gönderdi. Bu peygamber bizleri Allah’ı bir tanımaya ve yalnızca O’na kulluk yapmaya davet etti. Bize atalarımızın ve bizim Allah’tan başka tapmakta olduğumuz ilahları bırakmamızı söyledi. Doğru söylemeyi, emanete hıyânet etmemeyi, akrabalık bağlarını gözetmeyi, komşu haklarına riâyet etmeyi, haramlardan ve kan dökmekten kaçınmayı emretti. Bize çirkin işlerin hepsini yasakladı. Bizleri yalancı şahitlik etmekten, yetimlerin mallarını yiyip namuslu kadınlara iftira etmekten alıkoydu. Allah’a kulluk yapıp hiçbir şeyi O’na ortak koşmamamızı, namaz kılmamızı, oruç tutmamızı ve zekat vermemizi emretti.” (İbn Hişâm, es-Siretü’n-Nebebiyye, Mısır, 1375/1955, I, 336).
Selam ve dua ile…