Ricâlü’l-gayb, ilâhî hakikatlere mazhar olmuş, âlemde tasarrufta bulunan gizli ve aşikâr Allah erleri anlamında bir İslami terimdir. Bu kişiler Allah’ın lütfuyla seçilmiş velîler olup halk arasında kırklar, yediler, üçler diye ün yapmışlardır. Manevî görevliler diye bilinen “ricâlü’l-gayb” 1- Karar organı, 2- İcra organı olmak üzere iki gruptur. Karar organı, “Divan” ya da “Divan-ı Kebir” gibi isimler ile anılır. İki tür toplantıları vardır. Aylık toplantılar her Arabî ayın 14’ünü 15’ine bağlayan gece, çeşitli yerlerde yapılır. Yıllık toplantıları ise senede bir defa, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) Rasûllük görevini almadan evvel inzivaya çekildiği Hira Dağı’nda olur. Bu “Divan-ı Kebir”e katılanların 3/4’ü vefat etmiş büyük evliyaullâhtan, 1/4’ü de hayatta olan görevli büyük velilerden teşekkül eder. “Divan-ı Kebir”in tabii başkanı Rasûlullâhtır (s.a.v.). Onun gelmediği toplantılarda ise, şayet var ise o devrin “İnsan-ı Kâmil”i, yoksa zamanın “Gavs”ı başkanlık görevini ifa eder.
Manevi güç sahibi olan bu zatların duaları makbul olup, Allah’ın izin ve müsaadesi ile sıkıntıda olan ümmetin yardımına koşarlar. Bütün bunları söylerken şu hakikati asla göz ardı etmemek gerekir. Kâinatın tek gerçek sahibi, güç, kudret, yaratma, her şey elinde olan Allah-u Teâlâ’dır, meleklerine yetki verdiği gibi Allah dostlarına da bir ölçüde yetki verebilir ama abartarak kâinatın işlerini tamamen Allah dostları evirir çevirir demek doğru değildir. Dolayısıyla bu kullar ancak yukarıda ifade ettiğimiz gibi Allah’ın müsaade ettiği ölçüde bir şeyler yapabilirler. Karar organları karar alır, icraat organları ise alınan kararları uygular. Hazreti Ali bu sistemde karar alma organı içerisinde yer almaktadır. Hızır aleyhisselam ve Abdulkadir Geylani gibi bazı büyüklerle birlikte, hayatta olan tüm ricâlü’l-gayb erenleri icraat ekibi olarak görev yaparlar. Ricâlü’l-gayb âlemi öyle güzel bir âlem ki orayı bilen birine dünyanın sanal olmadığını ispatlamak için adeta zorlanırsınız. Şöyle bir örnek vermek gerekirse, ricâlü’l-gaybden dünya âlemine girince sanki lüks bir yerden köhne bir yere, viran olmuş bir beldeye girmiş gibi olursunuz, orası öyle muhteşem bir âlemdir. Bunun için çalışıp da o âleme girmek istemeyene yazıklar olsun demek gelir içimden. Açıkçası ben yakın arkadaşlarımdan birçoğunu orada görmek isterim ve nitekim bunun için üzerinize düşmekteyim.
Bu gruptaki velilere ve yaptıkları işlere işaret eden ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler bir hayli fazladır. Ayrıca, bununla ilgili özellikle keşif ve keramet sahibi sûfî âlimlerin tecrübeleri ve yaşanmış hikâyeleri halk arasında tevatür haber niteliğindedir. Mesela, Hızır aleyhisselam ile dostluğu çok meşhur olan Ladikli Ahmed Ağa daha yakın dönemin bu gruba giren seçkinlerindendir. Nitekim Ahmet Ağa’nın Hızır aleyhisselam ile istediği zaman görüşebilmesi, yaşadığı yerden binlerce kilometre uzaklıktaki yerlere tayy-ı mekân yaparak dakikalar içinde gidip gelmesi, oradaki ricâlü’l-gaybın toplantılarına katılması ve hatta gittiği yerlerin meyvelerinden getirmesi ve yakınlarına bunları ikram etmesi çevresinden güvenilir insanların şehadetleri ile ortadır. Bir şey var ki tayy-ı mekân ile seyahat edebilmek Allah’tan ilham alabilen büyük velilerin işidir. Bu nedenle ancak 7 arif, tayy-ı mekân yapabilir, bunların dışındakilerin yapması zordur, yani 40’lardan olan veliler bunu yapamazlar.
Biliyorsunuz bazı arkadaşlarla birlikte bizler de Rabbimizin ikramı olarak bu tayy-ı mekân olayına bizzat şahit olmuştuk. İstanbul’dan Ankara’ya gelirken beş otomobil içindeki yirmiyi aşkın kişi ile yolda, aşırı derece yağışlı, şimşekli, yıldırımlı, karanlık bulutlarla kaplı bir havaya yakalanmıştık ve bu durumdan dolayı yanımızdaki bayan ve çocuklar çok korkmuştu. Tek bir çare olarak Rabbimize duada bulununca O’da lütuf ve keremi ile dualarımıza karşılık vererek beş otomobil dolusu insana araçları ile birlikte bu tayy-ı mekân olayını yaşatmıştı. Rabbimize sayısız derecede şükür ve hamd olsun ki, yirmiden fazla kişinin şehadeti ile asla gelinmesi mümkün olmayan çok kısa bir sürede Ankara’ya adeta uçarak gelmiştik. Gerçekten o gün çok büyük bir gündü, araçlarından inen insanlar birbirlerine bakarak, büyük bir şaşkınlık ve hayret içerisinde yaşadıkları bu olayı anlamaya çalışıyorlardı ki bu çok açık muhteşem bir tayy-ı mekân olayı idi. Neticede bir kısmı bu sohbette bulunan arkadaşların da yaşayarak şahit oldukları bu olay bizler için çok önemli tecrübi bir delil olarak hafızalarımızda ve gönüllerimizde yerini aldı. Bence bu olayın yaşatılmasının iki sebebi vardı; birincisi içinde bulunduğumuz durumdan dolayı Rabbimiz bizlere merhamet etti, kurtardı. Diğer sebebi ise ibret alınması içindi. Zira ben bu olaydan önce de sizlere sık sık bu konuları anlatıp çalışın, sizlerde bu gruba dahil olun diye mesajlar veriyordum. Bu olayla Rabbim ibret alabilecek olanlara, çalışırsanız sizlere bu manevi makamları veririm mesajı verdi. Nitekim ben biliyorum ki bizim arkadaşlardan ricâlü’l-gaybda olanlar var, ilerde girecek olanlar da var. Gayret ederlerse bu seçkinler arasına girebilirler, öyle olursa ben bundan çok mutlu olurum.
Peki, bu konu ile ilgili ayetler var mıdır? denirse ki, Kur’ân-ı Kerim’de Ricâl olarak bu erlere işaret eden ayetler elbette var ve bazıları şöyledir: “Allah günahtan temizlenen erleri sever.” (Tevbe, 9/108), “Ne ticâret, ne de alışveriş o erleri Allah’ı zikretmekten alıkoymaz” (Nûr, 24/37), “Onlar Allah’a verdiği ahdi yerine getiren erlerdir.” (Ahzâb, 33/23) “Eğer Allah’ın insanların bir kısmıyla diğerlerini savması olmasaydı, yeryüzü bozulurdu.” (Bakara, 2/251) “Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez.” (Müddessir, 74/31) İşte bu ve benzeri ayetleri âlimler gayb erenleri için de delil getirirler.
Ricâlü’l-gayb erenlerine işaret eden Hz. Peygamber’den (s.a.v.) gelen hadîs-i şeriflere gelince bazıları şöyledir: Resûlullah (s.a.v.): “Allah’ın öyle kulları vardır ki, onlar peygamber veya şehit olmadıkları halde, Allah katında olan derecelerinden dolayı şehitler ve peygamberler onlara gıpta ederler.” “Ey Allah’ın Resûlü! Kimdir bunlar? Amelleri nedir?” diye sorulduğunda Resûlullah (s.a.v): “Onlar, aralarında hiçbir akrabalık bağı olmadığı, ticarî münasebetleri bulunmadığı halde, sırf Allah rızâsı için birbirini seven kimselerdir. Allah’a yemin olsun ki, onların yüzleri nurdur. Onlar nurdan minberler üzerindedirler. İnsanlar korktuklarında onlar korkmazlar, üzüldükleri zaman onlar üzülmezler.” (Tirmizî, Zühd, 53)
Yine bir diğer hadîs-i şerifte de Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kulları arasında üç yüz velîsi vardır ki, kalpleri Âdem’in kalbi üzerinedir. Kırk velîsi vardır ki, kalpleri Musa’nın kalbi üzerinedir. Yedi velîsi vardır ki kalpleri İbrahim’in kalbi üzerinedir. Beş velîsi vardır ki kalpleri Cebrâil’in kalbi üzerinedir. Üç velîsi vardır ki kalpleri Mîkâil’in kalbi üzerinedir. Bir velîsi vardır ki, kalbi İsrâfil’in kalbi üzerinedir. Eğer bu tek velî ölürse, Allah onun yerine üç velîden birini koyar. Eğer üç velîden biri ölürse, Allah onun yerine beş velîden birini koyar. Eğer beş velîden biri ölürse, Allah onun yerine yedi velîden birini koyar. Eğer yedi velîden biri ölürse, Allah onun yerine kırk velîden birini koyar. Eğer kırk velîden biri ölürse, Allah onun yerine üç yüz velîden birini koyar. Eğer üç yüz velîden biri ölürse, Allah onun yerine halktan birini koyar.” (Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, I: 26)
Hz. Peygamber’den (s.a.v.) rivâyet edilen bir diğer hadis-i şerif de şöyledir: “Bu ümmet içerisinde kırk kişi İbrahim meşrebi üzerinde, yedi kişi Musa meşrebi üzerinde, üç kişi Îsa meşrebi üzerinde, bir kişi de Muhammed meşrebi üzerinde bulunurlar. Bunlar meşreplerine göre insanların efendileridir.” (Müsned, V, 322). Hele ricâlü’l-gaybın insanlara gerektiğinde yardım ettiklerine veya edebildiklerine delil olarak zikredilen şu hadis-i şerif ise gayet açıktır. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Issız bir arazide, birinizin hayvanı ürküp kaçarsa, ‘Ey Allah’ın kulları! Onu tutun. Ey Allah’ın kulları! Onu tutun.’ diye çağrıda bulunsun. Çünkü Allah’ın yeryüzünde hazır olan kulları vardır, onu sizin için tutup alıkoyacaklar.” (Mecmau’z-Zevâid, 10:132)
Yine ehli keşif olan büyük sûfî âlimlerin bizzat yaşadıkları tecrübelere dayanarak bu konudaki görüşleri çok dikkat çekicidir. Derler ki; Rabbimizin âlemin idaresi için görevli melekleri ayetlerle sabittir, sevdiği kulları arasından da görevliler seçebilir ki bunun akla giran bir tarafı yoktur. Nitekim gerek ayetler ve gerekse hadis-i şerifler bu konudaki tecrübelerle birlikte değerlendirildiğinde bunların gerçek olduğu ortadır. Bu konuda Hakîm et-Tirmizî en etkili görüşleri olan âlimlerdendir. Tirmizî der ki: “Resûlullah (s.a.v.) vefat ettiğinde Allah onun ümmetinden kırk sıddîk ortaya çıkarmıştır. İnsanlar onların hürmetine yağmur duâsına çıkar. Onlardan biri öldüğünde yerine bir başkası geçer. Bu kırk kişi ümmet için temînattır. Duâları makbul olup, tayy-ı mekân olmak, su üzerinde yürümek ve Hızır’la konuşmak gibi kerametlere sahiptirler.”
Hüccetü’l İslam olan İmam Gazâlî de bu konuda önemli şeyler söyler ve: “Allah’ın izniyle yeryüzünün tüm mesafeleri onlara bir adımlık mesafe gibidir, yeryüzünde diledikleri gibi dolaşırlar” der.
Yine bu erenlere işaret eden bir hadis-i şerif de şöyledir. “Abdallar kırk erkek ve kırk kadındır. Erkeklerden biri vefat ettiğinde Allah, bir başkasını onun yerine geçirir. Kadınlardan biri vefat ettiğinde Allah, bir başkasını onun yerine geçirir.” (Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, I: 25) Hz. Ali’den rivâyet edilen bir diğer hadîs-i şerifte Resûlullah (s.a.v.): “Her peygambere yedi nücebâ verildi; bana ise on dört nücebâ verildi.” buyurmuştur. Hz. Ali’ye, onların kimler olduğu sorulunca, “Ben, Hasan, Hüseyin, Cafer, Hamza, Ebu Bekir, Ömer, Mus’ab b. Umeyr, Bilâl, Selman, Miktad, Huzeyfe, Ammar ve Abdullah b. Mesud’dur.” demiştir. (Tirmizî, Menâkıb, 30)
Sonuç olarak şunları söylemek isterim ki, o âlem gerçektir ve çok güzel bir âlemdir. Oradan buraya bakınca burası çok basit ve sanal bir âlem olarak görülür. Ümit ederim ki bu sohbetleri duyan mümin kardeşlerimiz, geçici ve adeta yalan olan bu âlemin sihir ve büyüsünden kendilerini kurtarıp kalıcı ve gerçek olan o âleme girebilmek için çalışır ve gayret ederler.
Allah’a (c.c.) emanet olunuz.
(Bu yazı Şenel İlhan Beyefendi’nin sohbetlerinden bir derlemedir.)
