Geçmişte yaşadığımız ve hepsi birbirinden kıymetli, hepimizde iz bırakan anılar vardır. Hatta öyle ki, bazıları insanlığın ortak hafızası boyutuna çıkar. Geçmişte yaşanmış bazı olayların insanda böyle derin bir iz bırakması çok kıymetli ve ilginçtir. Psikoloji ile ilgilenenler bilir ki, bir anı ya da hatıra, duygusal bağlamıyla birlikte en güçlü bir biçimde zihnimizde yerini alır. Duygusal bağlam yani ruhumuzun derinlerinde bir yerde izi olmak ve öylece kalmak… Bu anlamda bir mutasavvıfın “O ses hala kulaklarımda…” dediği bir hatırası var. Kur’an’da geçen, Allah’ın (c.c.) insanlara yani ruhlara “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” şeklinde hitap etmesi. Rabbimiz olan Allah (c.c.), A’râf Sûresi 172.ayette; “Hani Rabbin Âdem oğullarının bellerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine şâhit tutarak: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sormuştu. Onlar da: “Evet, şâhitlik ederiz ki sen bizim Rabbimizsin” demişlerdi. Böyle yaptık ki kıyâmet günü: “Doğrusu bizim bundan haberimiz yoktu!” demeyesiniz.” buyuruyor.
“Allah Teâlâ ile Âdem oğulları arasında cereyan eden bu ahitleşmeyi ve Allah’ın onları rubûbiyetine şâhit tutmasını hem hakîki hem de temsilî mânada anlamak mümkündür.
Hakiki mânaya göre; Allah Teâlâ dünyayı yaratmadan önce dünyaya gelecek olan bütün insanların ruhlarını “Elest Bezmi” diye meşhur olan ruhlar âleminde bir araya getirerek onları kendi varlığına şâhit tutmuştur. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sualine “Evet!” cevabını alarak, kendisinin onların Rabbi olduğunu yine onlara ikrar ettirmiştir. Böylece kendisi ile dünyaya gelecek bütün insanlar arasında Rab-kul ilişkisi bağlamında bir sözleşme yapmıştır. Ayrıca bu sözleşmeye bizzat kendilerini şâhit tutmuş veya bizzat kendisi ve melekleri bu sözleşmeye şâhit olmuşlardır. Nitekim, “Allah, adâleti ayakta tutarak, kendisinden başka hiçbir ilâhın olmadığına bizzat şâhittir. Ayrıca bütün melekler ve kendilerine ilim verilmiş olanlar da tam bir doğruluk, adâlet ve hakkâniyet içinde aynı gerçeğ...
Yazının tamamını dergimizden okuyabilirsiniz.