Bu âlem, sebepler âlemidir. Bunun anlamı şudur: Elde etmek istediğin bir sonuç için bunun sebeplerine sarılmak ve çalışmak zorundasın demektir. Buna İslami terminolojide, Allahu Teâla’nın tabiatı yaratıp devam ettirmek ve toplum hayatını düzenlemek üzere koyduğu değişmez kanunlar anlamında “sünnetullah” denir. Allah dostu olmak istersen de yine sebeplere sarılmak zorundasın, yani bir velinin ahlaken elde etmesi gereken maddi ve manevi temizlikleri gerçekleştirmek zorundasın. Yine bir şey daha var ki bu konuda tek başına çalışmak da genel itibariyle yeterli değildir. Yani daha önce bu yolları aşmış, dolayısıyla bu konuda öğretmenlik, mürşitlik yapabilecek vasfa gelmiş kişilerin yardımı, tasarrufu, müdahalesi de gereklidir. Bunu da sebep sonuç ilişkileri açısından değerlendirmek lazımdır. Mürşitlerden olan manevi tasarruf veya manevi yardım dediğimiz yardım, ruha ait bir vasıftır. Bu nedenle İslam, kalbin de bir aklının olduğunu ayet ve hadis-i şerifler vasıtasıyla şöyle bildirir:
“Yeryüzünde hiç dolaşmıyorlar mı ki ibret almış kalplere yahut işitmiş kulaklara sahip olsunlar! Şu bir gerçek ki gözler körleşmez, fakat göğüslerdeki kalpler körleşir.” (Hac,22/46)
Bu ayet-i kerime açıkça kalbe ait bir başka akıl ve görmeden bahseder. Yine bu konuda Resulullah Efendimizden (s.a.v.) rivayet edilen şu hadis-i şerif de meşhurdur:
“…Bilin ki! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o iyi (doğru ve düzgün) olursa bütün vücut iyi (doğru ve düzgün) olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Bilin ki! O, kalptir” (Buhârî, Îmân, 39)
Yukarıda paylaştığımız ayet-i kerime ve hadis-i şerifler ışığında olaya bakınca anlıyoruz ki insanların manevi gelişmesi daha çok kalbin yani ruhun aklıyla oluyor. Diğer akılla sadece bilgili, entelektüel bir kişi olabilirsin, bu yönde kendini geliştirebilirsin. Ama hayat tecrübelerimizle de sabittir ki tek başına entelektüel bir kişi olmak iyi bir insan olmak anlamına gelmiyor. Yani entelektüel anlamda çok bilgili ama özellikle sosyal medyada bolca örneklerine şahit olduğumuz gibi sevgisiz, merhametsiz, adaletsiz yani kısaca ahlaksız bir adam olabilirsiniz... Bu nedenle yukarıda paylaştığımız ayet-i kerimenin ve hadis-i şerifin ışığında tekrar bir değerlendirme yapacak olursak, insanların iyi insan olmaları ancak manevi kalbin anlayışı ve akletmesiyle mümkün olabiliyor. Kalbin akletmesi anlayışı ise yüce kitabımız Kur’an’ın beyanı ile önce İslam’a iman etmek ve teslim olmakla, sonra yüce Rabbimizi çokça zikirle, sonra da sadık kullarla beraber olmak ve onların ortamlarında bulunmakla daha çok gelişiyor. Sadece çok okumak, çok bilgili olmakla değil; böyle yapınca kalbin anlayışı algılaması devreye giriyor ve seni aynı zamanda büyük bir afetten de kurtarıyor ki, bu afet; insanların kendi aklını veya salt akılcılığı putlaştırmasıdır.
Bediüzzaman, inanca dayalı bir bilginin zihinde çeşitli mertebelerden geçerek işleyişini şöyle anlatır: Bir malumat veya bilgi, önce tahayyül (hayal etmek) edilir, sonra tasavvur (resmetmek), sonra taakkul (akletmek), sonra tasdik (onaylamak), sonra iz’an (kalbin sahiplenmesi), sonra iltizam (taraf olmak), en sonunda itikad edilir ki, bu safhaların en son hâli ve en son mahsulü iman, inanç ve itikattır. Ben bunların başına ilgiyi de koyuyorum. Yani, bilgi, inanç veya iman boyutuna geçtiğinde artık kalbin anlayış ve aklının alanına girmiş demektir. Orada izan, iltizam gibi mertebelerden geçer ve sonra itikad olur. Kalbin aklını devreye sokmanın en kısa ve güvenilir yollarından bir tanesi, Allah dostlarıyla yani Kur’an’ın tabiri ile sadıklarla birlikte olmak, onların sohbet ortamlarında bulunmaktır.
Ayrıca sadıklarla beraber olmak sadece Allah Dostları ile beraber olmak anlamına da gelmiyor. Cemaatle beraber olmak, salih arkadaşlarla sohbet etmek, namazları cemaatle kılmak da aynı şekilde insanların ruhen inikas yoluyla gelişmelerine birer vesiledir. Nitekim Resulullah Efendimiz de (s.a.v.) ashabını böyle irşad etmiş böyle yetiştirmiştir.
Bu meseleyi kolayca anlayabilmek için bir karpuzun güneş ışınlarıyla olgunlaşmasını ve kızarmasını örnek verebiliriz. Karpuz denen meyveler güneşten gelen ışınlarla beyaz iken kırmızı hale gelir ve aynı zamanda şeker gibi tatlanırlar. Hem de güneş ışınlarının bu işi nasıl başardığının bilincinde ve farkında olmadan bu olgunlaşma gerçekleşir. İşte bu örnek Allah dostlarıyla beraberliğin ve onların manevi aurasına girmenin insanı farkında olmadan nasıl değiştirebileceğini veya “Sadıklarla beraber olunuz” ayetine uymanın insanlara nasıl bir fayda sağlayacağını anlamada güzel bir örnektir.
O halde kısaca diyebiliriz ki, bu sohbet ortamlarına gelen insanlarda en az iki türlü gelişme olur. Birincisi hads duygusu devreye girer ve elinde olmadan feyz alır, terakki eder, değişir, iyi bir kul, iyi bir insan olur. İkinci olarak sohbeti yapan sadık kişi de ekstradan manevi hastalıkları için müdahale eder, bu tür müdahalelerle kısa yoldan ve en hızlı şekilde Rabbimizin de izin ve yardımlarıyla değişir ve Allah dostu, veli olur.
Eğer böyle ortamlara gelemiyorsan, bir de dışarıdaki kötü ortamlardan durmadan zulmet alıyor, manen kirleniyorsan, bu kirlilikle manevi algın bozulur, kalbine ait olan akletme yetisi zayıflar, sezgi kanalların ise hepten kapanır. Sen şimdi bu şekilde nasıl manen olgunlaşıp terakki edeceksin? En fazla bilgili entelektüel birisi olursun.
Peki, böyle olmak kötü mü dersen? Evet, tek başına ilmin artması tehlikelidir; zira maneviyatın gelişmiyor ama zahiri ilmin ve aklın gelişiyor. Yukarıda izah ettiğimiz gibi zahiri akla lüzumundan fazla değer verirsen, bu durum zahiri aklı putlaştırmaya kadar insanı götürebilir. O yüzden ruha ait manevi cihazlar devreye girmeden sadece aklı geliştirmek tehlikelidir.
Bir insanda yaratılış itibariyle muhabbet, merhamet, sevgi gibi duygular varsa bu insan manevi yolda ışık hızıyla ilerler. Peki, bu duyguları yeterli seviyede olmayanlar ne yapacaklar derseniz? Merhamet, sevgi, muhabbet gibi özellikleri zayıf olan veya yeterli olmayanlara ben genel manada sorumluluk sohbeti yaparım ki, çok kullanışlı ve çok işe yarar bir sohbettir.
Dolayısıyla insanları manevi yolda terakki ettirebilmek için onların duygu durumlarına veya yaratılışlarına uygun olarak iki farklı yolu veya yöntemi kullanabiliriz:
1. Merhamet, sevgi, muhabbet ile terakki yolu.
2. Sorumluluk duygusu ile terakki yolu.
Bir insanda yaratılış itibariyle muhabbet, merhamet, sevgi gibi duygular varsa bu insan manevi yolda ışık hızıyla ilerler diye bahsetmiştik. Bu duyguları zayıf olanların veya bu duygulardan mahrum olanların ikinci yol olan sorumluluk duygusu ile hareket etmeleri gerekiyor.
Sorumluluk duygusu; vicdandan, sağduyudan, doğruya duyulan saygıdan ve özellikle müspet bencillik duygusundan faydalanarak kazanılabilecek çok güçlü bir duygudur ki insanları manen çok yüksek makamlara çıkarabilir. Bu anlamda sorumluluk duygusu; merhametten, cömertlikten daha kuvvetli, bir itici güç görevi görür ve eğer bir kişide merhamet duygusu da varsa o zaman bu duygusu sorumluluk duygusunu artıran, onu daha fazla motive eden yardımcı bir güç olur. Yani, insan ilişkilerinde yardımsever, fedakâr, iyi ve cömert birisi olmaya merhamet duygusu yeterli gelmiyor, kişiyi yönlendiremiyorsa işte burada sorumluluk duygusu devreye girer ve bu eksiği tamamlar. Sorumluluk duygusunu harekete geçirmek için de sevgiyi sevmek gerekir. Sorumluluk bilincinde olursanız sevgiyi severek sevgi dolu olursunuz. Böyle ortamlarda olduğunuz sürece bu duygunuz gelişir. O nedenle: “Ey îmân edenler! Allah’tan korkun ve sâdıklarla beraber olun!” (et-Tevbe, 9/119 ) ayetinde işaret edilen sadıkların sohbet ortamlarında bulunmaya, onlarla beraber olmaya çok önem verin, bu sohbet ortamlarının kıymetini bilin derim.
Çocukları da sorumluluk duygusu ile yetiştirmek gerekir ki, onlara bu duygunun kazanımı 3-4 yaşlarında hatta 2 yaşlarında başlar. Çocuklara görevler verin; örneğin sofra toplattırın, temizlik yaptırın, sofra kurarken yardım ettirin. Bu şekilde yapabilecekleri küçük işlerle sorumluluk duygusu verince çocuklar kendilerine değer verildiğini görür, sevinirler ve kişilikleri müspet bir gelişme kaydeder.
Evet, insanlara ister yaşça büyük olsunlar, ister küçük olsunlar maddi veya manevi eğitiminde başarılı olabilmeleri için sorumluluk duygusu kazandırabilmek önemlidir. Dolayısıyla, bu duyguyu özellikle müspet bencillikle motive edip sosyal hayatın tüm alanlarında uygulamak manevi gelişim için çok faydalı olur. Sorumluluk duygusu olmayan kişiler çok tehlikelidir, bunlara karşı çok dikkatli olmalıdır.
Hazreti Ömer (r.a.), Müslüman olmadan önce merhametsizdi, sertti, çocuğunu diri diri toprağa gömen birisiydi. O, merhametini, sevgisini bastıran öne çıkarmayan birisiydi ki, bu konuda bu huylar onda yok hükmündeydi. Öyle oldu ki, İslam’la birlikte adalet timsali oldu ve vali olarak görev verdiği birinin merhametsizliğini anlayınca onun görevini iptal etti. İşte merhameti ve sevgisi olmayan insanların bunu örnek alması lazım. Yoksa Allahu Teâla sana “Niye Hz. Ömer gibi bu güzel huylarını ortaya çıkarmadın” diye mutlaka hesap soracaktır.
Merhametinde bencillik kokanından da olmamak gerekir; yani sadece yakınların için duyduğun merhamet duygusu, benim tabirimle kirli bir merhamet duygusudur. Merhamet duygusu sadece yakınlara değil, merhamet edilmesi gereken her canlı varlık için duyulmalı ve yerinde kişiyi harekete geçirmelidir.
Gözlemlerime, feraset ve basiretime dayanarak söylüyorum ki, merhamet duygusu insanların neredeyse geneline yakın bir çoğunluğunda yeterli değildir. Nitekim bir Müslüman bu eksiğini sezmiş, fark etmiş ise mücadele etmesi, bu duyguları elde etmek için çalışması lazımdır. Bunun için asr-ı saâdet günlerinden şöyle bir misal verebiliriz:
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, torunu Hz. Hasan’ı öpmüştü. O sırada Akra İbni Hâbis de Peygamberimizin (s.a.v.) yanında bulunuyordu. Akra: Benim on tane çocuğum var, onlardan hiç birini öpmedim, dedi. Resûlullah (s.a.v.) ona hayretle bakıp: “Merhamet etmeyen kimseye merhamet olunmaz” buyurdular. (Buhârî, Edeb 18)
Bu sahih haberden de anlıyoruz ki, merhamet duygumuzu açığa çıkarıp geliştirmek zorundayız. Bunun için sorumluluk duygusunun gereğini yapan bir kişide bu duygular zamanla gelişir. Kalbin aklı terakki eder, keşif ve feraset sahibi olur. Aslında mümin olan herkeste feraset vardır; kullanılmalı, açığa çıkarılmalıdır. Zira her mümin Allah’ı (c.c.) sever, Allah da (c.c.) müminleri sever ve onların dostu olduğunu yüce kitabında çok sayıda ayetle ifade eder. Bir mümin bunun farkında olarak hareket eder, çalışır ise kalbine Rahman’dan ilahi yardımlar ve feyizler gelir ve o kişinin maneviyatı artar. Maneviyatı artınca da kalbin aklı ve algılama alanı genişler.
İnşaAllah, tekrar şu sözlerimizin altını kalın çizgilerle çizerek sohbetimizi bitirelim.
Sorumluluk duygusu yüksek akıllı insanlar bu duygunun teşvikiyle çalışırlar ve Allah dostlarının da feyzli ortamlarından istifade etmeyi ihmal etmezlerse, merhamet ve sevgi gibi her güzel duyguyu elde edebilirler, manevi en yüksek makamlara da çıkabilirler.
Allah’a (c.c.) emanet olun.
(Bu yazı Şenel İlhan Beyefendi’nin sohbetlerinden bir derlemedir.)
